Selamu Aleyküm,
Süregelen olaylar dizisini yaşamaya devam ediyor hayatımız, biz yaşamıyoruz sanki.. Öyle geliyor ki bana, sanki sadece "Media" player den başlat tuşuna basmışız. Ardından belli şeyleri yaşıyoruz. Çünkü biliyoruz ki hep aynı şeyler gözümüzün önüne gelecek.
Unutma ki, senin yavaş yavaş okuyarak düşünmen, bütün alemlere açılmanın anahtarıdır ve böylece kendin kendine keşfedersin birçok şeyi. Bu olmadan benim yazım bir hiçtir çünkü. Olabildiğince bütünlük sağlamaya çalıştım.
İnsanın akıl yürütmesinden meydana gelen bütün olayların ve bu olayların oluşturduğu eserlerinin temelini oluşturur "DÜŞÜNCELER".. Akıl yürütmeden oluşan her ne ise, söz konusu düşüncesizliğin istemsiz olarak bir sonucudur zaten. İnsanlarda ben bunu gözlemledim şimdiye kadar. "Büyük eksiği" kabul etmedikleri içindi, çünkü çok iyi biliyorlardı ki bu insanlar, kabul etselerdi düşüncenin gerçekte kullanılma alanının her taraf olduğunu, kendileriyle çelişeceklerdi.. Ve hiç kimse normalin dışına çıkmak istemiyordu.
Bana kalırsa çelişkilerden oluşmayıp veya farklı görüşler ile zaten çelişmeyen bir düşüncenin ürünü olamaz. Beyinde çelişkiler yoksa, umut yoktur, ancak çelişki olduğu vakit taşlar birbirine çarparak bir kıvılcım cıkarırlar. Eğer bütün bunları oluşturan çelişkiler yoksa, her şey yolunda demektir. Bu sebepten de kaynaklanarak, zaten her şey doğru düzgün giderken, neden düşünelim ki değil mi? Beyin sadece zor durumlarda mı çalışır nedir? Buluşlar nasıl ihtiyaç oluğu için çıkarsa, aynı sebepten dolayı bulmak istediğimiz ilhamı, istediğimizde ve -istediğimiz için de zaten her şey yolunda demektir- işte o an hiçbir şey bulamayız ya..
İşte bu insanlar bu kıvılcımlardan doğacak yaşam tarzını istemiyorlardı. Çelişkiden korkmalarının sebebi buydu zaten. Ancak bu çelişkilerin tetikliyicileri "+" ve "-" yüklü düşünceler eşitlenip karar kıldığı zaman doğrulara ulaşabilecektik. Peki neye göre karar vermiştik bu iki kutubu? Herkeesin de düşününce farklı sonuçlara çıkmasının sebebi buydu zaten; doğru olarak kabul ettiğimiz doğruları, doğru olarak belirlemede kullandığımız doğrular, mukayese yeteneğinin bir ayarı. Bu insanlarda bizden ya da benden demeliyim, Ayıran temel nedendi işte. Onlar, toplum mühendislerinin doğrularını ilk almışlardı, Allah'ın verdiklerinin değil.. Peki bu esas "kolonları" değiştiremezler miydi, hakiki doğruları görünce? Nasıl bebekler ilk gördüklerini -çizgifilmlerde- anne, ilk farkettikleri davranışları da doğru kabul ediyorlarsa, aynı durum geçerlidir bunun için de. Ancak o batıl kolonları yıkabiliriz ve bu ancak karşılık gelecek "hak" lar çok dehşetle çarparsa, yeterli hassasiyetle özel açıklara, aynı anda büyüklükle çarparsa bütün insanlıkta bunu gerçekleştirebiliriz. Bütün bunlar da doğru bir tebliğ'in esaslarıdır zaten.
Kendimi hiç sevmiyorum, bir tane daha benden koysalardı yanıma, herhalde katil olurdum.. Kendimle çeliştiğimden değil, farklı açılardan baktığımda, olması gerekeni tamamen farklı düşünmem. Öyleyse benim doğrularım kendi sıfatını taşımıyor, değil mi? Doğru olan her zaman gerçek olan mıdır, yoksa olması lazım gelen ve hatta doğru olması gereken mi?
Bir kanıya varılacağı vakit ilk önce sorulan soru "ne" olacağıdır. Zîrâ o "ne" nin varlığını bilmeden hiçbir iş yapamazsınız. Tam da bu yüzden bence felsefe bilimden üstündür, çünkü olmayanın nasılını soramazsınız. Ardından "neden" ini iletirsiniz ki o ne'nin varlığını sürdürebilin, onu yönetebilmek için, başkalarına sunabilmek için kullanın bunu.. Başkalarının neden öğrenmesi gerektiğini söylemeden ona nasıl olduğunu da anlatamazsınız (Yapsanız zaten bunun ismi "eğitim sistemi" olur). "Neden" üstündür yani veya neden üstündür yani? De diyebiliriz. ve nasıl sorusuna geldik, bu tam öğretmek, öğretme yeteneğini vererek aktarımı hızlandırmak ve imanı pekiştirmek içindir..Sistematik, düşüncenin oluşumudur. Bu yöntmi keşfederek insanı yönlendirir ve onu aydınlatırsınız.
İşte insanlar, düşkün oldukları zevklerinden ayrılmamak için düşünmüyorlar, varsın öyle olsun da, bırakın o gerçeklerin korkusu içinde mutlu olmaya çalışsınlar. Acıyı tatmamak adına, başkalarının dayatmalarına izin veriyorlar.. Halbuki herkes biliyor, sevgililer gününün bir maskeleme olduğunu, "ay çok dugusal, hatta hediyeleşmek sevaptır" adı altında gülen birisini görüyorum, vahşice gülümsüyor.. Biz bilmiyorduk, senin gibi alim değiliz ya kardeş.. NEYİ SEMBOLİZE EDEN ŞEYİ, HANGİ SEMBOL İLE SEMBOLİK OLARAK NE YAPTIĞINIZA dikkat edin. Semboller asıllarını temsil ederler. Bu yüzdendir ki biz CHARLIE HEBDO karikatürlerine dikkat ederiz, Allah yazısını yukarıda tutarız, halbuki bunların hepsi sembolik olaylardır. Eğer sen bütün bu dayatmaları kabul edip o günü veya bayramı kutlar isen, verdiğin mesaj açık ve nettir. Tartışmasını yapanlar zaten işin gerçekten masum olduğuna inanan kimseler ve bu inançları gözlerinin önünde perde olarak yer alıyor.
Sen kendinle çelişiyor musun? Doğru düşünebildiğini düşünüyor musun?
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com