Aylar geçdi aradan. Merkeze uzak olmayan bir köyde müstakil ev satın aldı. Çok geçmeden attı kendini oraya. Artık bahçede kurduğu hamakta kitabını; semaverin gönül cevherinden ikramı olan çay eşliğinde okuyordu. Bunun karşılığında ona daha çok çay ve su koyuyor, ateşini körüklüyordu. Her geçen çayın lezzetinin arttığını hissediyordu sanki. Yarım yılın lafı olmazdı koca ömürde, mamafih insan çabuk alışan mahlukat; sanki hep bu duvarlar arasında süregelmişdi yaşamı. Yine çayını içti. Yeni aldığı kitabı bitirdi. Tam uykuya dalmak üzere idi ki, bir şey oldu. Ne oldu, sade ruhu duydu sanki. Sezinleyemedi. Bir şeyin mahiyetinde değişiklik olduğunun farkında; ama ne, bunu bilemedi. Neden sonra bunu da unuttu. En tabii atmosferin içinde, tabiat ile başbaşa: üstelik karmaşa uyumsuzluktan bir haber bile yok iken düşünceler bilinç kapısını araladı, gözünü kapatsa da işe yaramadı. Zıplayıp haykırası geldi: bütün köye işittirecek kadar hemde! Sonra ne oldu, vazgeçti. Farketti ki ardından; o kadar hayvan gece bile, bir bağırış çığırış içinde. Sabah oldu hala aynı halde durdu kaldı. Ezanlar okundu. Zor bela doğruldu yerinden. Ümitsizlik hakimdi kendine, zira o yalnız ümitlere vâkıf idi. Gözleri çöktü, daha fazla yogunluk tattı bedeni. Karar verdi kendince, "Bütün evleri satmalı, yerine lüks muhitten bir villa satın almalı. Allahım benim yardımını umacak bir tek sen varsındır, kuvvet ihsan et bana".
Bunu da yaptı... İşte ses yalıtımı, hizmetlileri olan; güvenli bir ev. Tedirginliği yatışmış göründü bir süre. Evet; köpek ulumalarını, çalı hışırtılarını, böcek vızıltıları duymuyordu kulağı. Aradan epey vakit geçti. Bir gece daldı uykuya. Rüya denilecek tuhaf olaylar ceyeran etti başına. Görmediklerini gördü, yapmayacaklarını yaptı. En nihayetinde bir düzlüğe çıktı. Derken birini seçti gözü, ufukta duruyor. Bir baktı, arkasında benzer silüetin benzeri. Yanına döndü onların farklılarından onlarcası aynı duruşla ona bakıyor. Nefesleri sıklaştı; etrafında döndü durdu. Olası en nötr seviyeye rast geldi seslerin düzeyi. Sonra bir gürültü kırıp geçti bu acayip sakinliği.Yer çatırdadı, içine kaydı, kaydı. Meyilli yüzeyden akıp giderken tutunacak yeri kalmadı. Sonra baktı ki tersine düşüyor, dönmeye çabaladı, nihayet acısız indi yere. Az önceki adamlar yine, tam tersi renklerle, şekillerle. Sonra yer bir top gibi yuvarlandı; küçüldü, küçüldü. Bilmem nereye bastı ayağı. Eline aldı o küçük topu, kırıldı içindeki çıktı ortaya. Derken eline alamadan kaydı, düştü yere. Aynı adam beyaz renginde geldi yanına. Güneş vurdu karşıdan, daha önce nerede idi ki acaba? Adama vuran ışık hüzmeleri, parlattı onu; daha sonra yansıdı da renklerine ayrıldı. Adam daha fazla parladı; derken ayna gibi pürüzsüz bir biçime büründü. Görünmez hal aldı. Yere sırtüstü yattı. Sakin bir tonla seslendi ona: "Nefes alabiliyor musun, bunu ne zaman yapabileceksin." Ardından çukurlaştı alan, dedi ki "İnsan neden ölür? Nefes alabiliyor musun? Bir ağaç çıktı sonra oradan. Yeşerdi, dallandı, kökleşti. O ne kadar istedi o uzunluğa sahip oldu ağaç. Hayal etti; o hassalara haiz oldu... Sadece dokundukça, konuştukça meydana geldi meyveleri. Adamdan yansıyan şavklardan tezahür etti ağacın renkleri. Nefes alıp verdi ağaç. Durdu, az sonra daha büyüdü. Meyveler çürüdü, düştü. Yerine yenileri çıktı, onları da bir yel esip kavurdu. Bazı meyveler, renkler baskın çıktı. En son meyve veremez duruma geldi ağaç; nihayet kurudu da çatırdadı. Sonra bir yağmur yağdı güneşin içinden, gelmiş geçmiş bütün meyveleriyle yeniden dirildi ağaç. İçinden malum zat çıktı. İşaret etti eliyle: "işte" dedi. Bir de baktık ki bazı renkler solup yok oluverdiler. "Ne zaman nefes alırsın o vakit namütenahi bir nitelik alır hayatın." dedi. "Nefes alan insan ne diye yaşar ki? İnsan mutlaka ölecektir ey mahlukat!" Sonra müphem bir karaltı belirdi karşıdan; yutuverdi içine kattı her şeyi. Bütün müteselsil vak'aların sona erişiyle birlikte uyandı. Terlemiş. Kafasını uzattı yatağından baktı; 11'i geçiyor. Halbuki saat 1 olmalıydı: bundan erken yatmış değildi. Üzerindeki örtüyü eliyle kavradı, koltuğa fırlattı. Rüyası üzerine düşünmek için başını yastığa koydu. Saatler geçti. Çözemedi sırrını, tercümesine vakıf olamadı. Sonra geri almak üzere rafa kaldırdı. Ve unutmaya çalışırcasına diğer yana döndü; zihnini bulanıklaştırmak, kaybolmak istedi ve hatta pek ısrarcı oldu fakat muvaffakiyeti pek ürkek idi. Doğruldu, odanın diğer köşesinden kumandayı aldı ve televizyon izledi.... Bir an her şey hatır defterinden silindi, sonra bütün çarpıcılığı ile sert darbe vurdu şuuruna. Tekrar unuttu ve yine geri aldı ardından tecrübe ve fikirlerini.
Ertesi gün aşağı bayii'den bir gazete almak üzere yola çıktı. Manşetlerden ülke havadislerini inceledi, bir çok analizler vardı, okuyucularına bazısı ikna çabasında, belki bir takım da hakikatleri kendince nakil etme çalışmasında. Parayı ödemek üzere içeri girdi. Bozukluk madenleri temizledi cebinden, masaya saydı birer. Buna mukabele etme manasında sanki, bozuklukların her masaya çarpıp birer tonla titreşmesinde; kafasına birtakım düşünceler çarptı. Bu şiddetli çarpışmanın neticesi, kendisi için de müphem olan bazı unsurlarda teşekkül etti. Uzaklardan belirli belirsiz bir çığlık duyar gibi oldu. Yaklaştığı hissedilen bu ses dalgasına karşı dikkat kesildi. Tüm doğa canlılarının fısıldamaları, düşünceleri beyninde inkişaf oldu. Delirtecek yükseklikte ve kargaşada duyduğu sesler, seviyesini her geçen saniye artırdı. Az sonra yeryüzünün yörünge sesi de eklendi buna. Artışa devamlılıkta idi sesler. Büyük endişe ve korkuyla; farkındalığına sahip oldu ki, meğer cisimlerin dahi şahitlik ve tesbihatları varmış. Kat'i bir refleks ile bedeni, kafasını iki avucu arasına aldı, kulaklarını tıkamaya çalıştı. Biraz masaya dayandı; kasada duranı süzer gibi oldu. Merakı kamçılandı; ne diye telaşlanmıştı ki? Hatta kendisine çok endişe içinde bakışları oldu. Neden etrafına bağırmaktaydı, kimlere acaba? Çöktü kaldı yere. Sonra da yerde buldu kendini, kalabalık insan çemberinin içinde; çaresizce! Umurunda neyin olması beklenebilirdi ki; mesele can derdi olduktan sonra...
Saf berraklığa sahip zihni, kasırgaya tutulmuş idi. Yerli yerince olan tüm nesneleri alıp fırlatmakta, havayı tozla kaplamaktaydı. Birbirine girdi; mekanda ne varsa hepsi. Gök gürüldedi, yağmur indi içinde bir yere; cansız duran cesedin üzerine.
Tamamlandı bütün hadiseler, ne bakkal kaldı, ne de sesler. Tüm alem korkunç sessizlizliğe gömüldü nihayet. Halen insanlar, haneler, kitaplardaki ilimler durmakta. Bilakis biz ne yerler değiştirmişiz. Zira artık hiçbirisini hayal edemeyecek mesafedeyiz.
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com
