Soğuk bir kış gecesinde, tek başına kaldığı; harabe sayılabilecek bir evde yatağında uyumaktaydı. Bir an o gayet yorgun vücudunu uyumaktan alıkoyan, onu geri kendi yaşam işkencesine döndürecek bir şey oldu. Kat'i bir tavır ile açtı gözlerini. Hatırlamak istercesine kendini gözden geçirdi zihni. Ne oldu, anlamadı. Nerelerdeydi vakit, onun hakkında da hiçbir sezisi kalmamıştı sanki. Zamanın, farklı bir evreye girmiş havası vardı. Atmosferde de ufak bir değişiklik dahi olmamakta. Kalktı. Soğuk ve bakımsızlık rüzgarı esen bir antreden geçti. Yandığına kendisini bile inandıramayacağınız, kirlenmiş bir lambanın anahtarını çevirdi. Güzelce abdestini aldı. Salona doğru sakin adımlar ile ilerledi. Namaz için tekbir getirdi. Nihayetinde rüküya erdi, ardından secdeye. Derin ve uzun bekleyişi sona erdirmenin, hasret ve özlemi bitirmenin huzuruna kavuştu içi. Ayrılmak; kalkmak istemedi. Karanlıklara büründü zihni, hepten sislenmeye başladı. Sesleri işitmez hale geldi, dünyaya karşı bağlantısını kesti. İçinden dışına doğru bir akışın varlığını hissetti. Kulağı çınlamaya başladı, ve nihayet beyaz bir örtüyle aydınlandı gözleri; gündüz vakti, bir kasaba evinde buldu kendini.
Kalktı, şöyle bir odayı inceledi. Sanki gelmesi gerektiğini biliyormuş gibi sorgulamadı hiçbir şeyi. Dışarıdan pazar sesleri geliyordu. Satıcılar var güçleriyle elindeki malları bir an önce iyi fiyata satmak için bağırıyorlar, bilakis neticesinde alıcıları uzaklaştırdıkları aşikardı. İç mimarisi şirin ve hoş olan bu evin merdivenlerinden indi. Ahşap kapıyı gıcırtıyla birlikte tutup açtı. Kapıdan çıktığı an pazarın içinde buldu kendini. Kapı sonradan üzerine kapatıldıysa da açmaya yeltenmedi. Gezmeye başladı bir bir. Bölümlere ayrılmıştı pazar. Konumundan nâşi, evvelinde meyve satılan kısmı bitirdi. Amaçsızca yürümeye devam ederken farketti ki, bağıran kimseler kalmamış, dalgınlığından unutmuş güzergahını. Döndü etrafına; şöyle bir bakındı. Karşıdan bir esnaf seslendi ona doğru "Ne aramıştınız efendi!" Sesin geldiği yöne çevirdi başını, "Saolun bir şey aramıyorum.." diyecek oldu da, yarısında sözü kesildi. "Arayış içinde olmayanın işi burada değildir. Kaybolanların, kaybedenlerin, ve kaybedilenlerin derdlerinin devası varsa, yeri onun burasıdır, dirilecek insanların ilacı vardır, bilmez misin ki burada neden kimse bağırmaz? Söyle, nedir durumun?" Şaşırdı kaldı bu sözler üzerine, kimdi bu adamlar? Ne dili konuşurlar, nasıl geçinirlerdi? Anlık süre zarfında bu gibi birtakım soruları meşgale edindi, fakat hemen silkinmeye; kendine gelmeye çalıştı. Adamı baştan aşağı süzmeye başladı; o ise halen cevap bekler vaziyette duruyordu. Orta boylu, çok samimi ifadelere sahip, ilim sahibi olduğu mimiklerinden anlaşılabilecek derviş görünümlü zat yürekleri ısıtacak hafif bir tebessüm etti. "Söylediklerimden biri başına gelmiş insan aynı zamanda hepsini yaşamıştır esasında." diye devam etti yarım kalan sözüne. "Duygularını, insani hissiyatlarını kaybeden, ruhi temeliyatından zaiyat verenlerdir ki onlar, kafir olmuşlardır. Başka topluluk daha vardır ki onlar beşerî emanetlerini sahibine geri vermişlerdir. Yine bazı kimseler aklî durumlarını yitirmiş, basiretlerini, mantıkî yaklaşım ve hikmî temayüllerinden ödün vermiş delilerdir. Son olarak öyle insanlardan bahsediyorum; onlar bilinmeyen ve gaybdan gelmiş bir unsuru, oluşumu; yeniden geldiği yere, emanet olarak göndermiş aşıklardır. Bunların hepsi ya bir şey kaybedenler, kaybedilenler, kaybolanlar yahut ölülerdir." Tren sesi işitildi, uzaklardan inceden kalına; gittikçe yaklaşmakta idi. Derviş şöyle dedi "Çağrılıyorsun kardeşim" refleks ile sordu, "Neden? Nereye gider ki bu tren?" sanki konuşurken, üstüne en derin korku hakimdi. Yine gülümsedi derviş "Gitmen gereken, başka şansın olmayan o yere, o kurtuluşa, o trene çağrılıyorsun." Hapşırmak için gözlerini kapamıştı ki, kendini bahsedilen trende buldu.
Buharlı, gayet eski mamafih çok da lüks bir makinenin içindeydi şimdi de. Yolcular da bunun aksine, ters bir nitelikteydi. Camın perdesini eliyle hafifçe araladı, nerede seyir etmekteydi; ona baktı. Birde gördü ki lavlar çıkmakta, ortalık cehennem ateşiyle kavrulmakta! Öyle etkisi altında kaldı ki, fizîkî tesiri olmamasına rağmen vagonun diğer tarafına doğru kaçtı. Gözlerini bu camlardan yana merakla çevirdi ki; tekrardan dehşete kapıldı. Her taraf, bütün maddiyyat donmuş bir vaziyette, evrenin her bir köşesinin görebileceği en aşağı seviye sıcaklık. Bu sefer de trenin ortasına doğru sıçradı. Bu halini tren halkı tamamiyle ilgisizlikle karşılamaktaydı. Herkes kendi halinde... İdrak etti ki bu serüven ince bir çizgi üzerinde yoluna devam eder. Yolculardan belirlediğine doğru soru amaçlı bir adım attı, derken garsonu gördü, vagon başında servis yapmaktaydı. Yanına vardı, işinin bitmesini bekliyordu ki, dikkatini tuhaf bir şey celbetti. Alışılmışın dışında, servisler yolculardan garsona yapılmakta.. Cam tarafındaki adama bir bakış attı garson, adamın bir kol ve bacağı yoktu. Yalvarıyordu, "Ne olur yapmayın bu sefer affedin gidemem buradan" minvalinde.. Başta kafası karıştı, olayı tam manasiyle kavrayamadı. Garsonun tezgahına çarptı bakışları, zira bu seyyar tezgahın üstünde bir sürü muhtelif unsurun yanında, kanlar içinde bir kalp yatmakta idi! Gözlerine inanamadı, bir daha ve tekrar tekrar baktı. Ardından büyük olay cereyan etti aklında, trende kalabilmek için yapılan fedakarlıklar arasında kalp bile vardı demekki. Telaş ile bağırdı "Nereye gider bu tren, yok mudur bir durağı?" Bakışlar ona doğru çevrildi, "Sonu olmayan bir yolculuktur hayat, insanlar sonsuzlukta kaybolmaya gider." Daha önce bu denli şaşırmadığından emindi. "Niye sonu olmayan bir yolcuğuğa çıkılası ki?" Pek uğraşmak istemediği hareketlerinden anlaşılan garson, "Bu bir haldir, gayenin yaşam tarzına yansıtımıdır. Halkı ise kâmil-i ukalâ dır." Cebinden anahtarlık çıkardı, ve içlerinden birini tutarak uzattı, "Yoluna devam et" diyerek kapıyı gösterdi.
Yine başka mekandaydı, ve onu karşılayan bir bilge vardı. "Gel" dedi, "Senin göreceklerin var". Önce bir gözlük çıkardı, "Gördüklerine bir de dünya perdesi olmadan bakmak lazım." Bu şekilde bakacak oldu, bu sırada kendini savaş meydanında buldu. Tarihin her safhasında gerçekleşmiş bir savaş. Bir taraf mümin, diğeri gayrimüslim. Bunu kalplerine bakarak anlamak çok zor değildi açıkçası. Bir kısım varlıkların, bakıldığında "taştan daha katı" olan kalpleri yalnız ağırlık olduklarının bir göstergesi, ve hayatı oluşturan, ona anlam yükleyen ve azmi katlayan esas içeriğin kronik eksikliği, aşk.. Zîrâ onlar ölüden farksızdırlar. Bir çeşme başına geldiler birlikte, kenarda küçük bir kap.. Ne olduğu anlaşılmayan, belirsiz bir madde var. Açıkladı bilge, "Bu yokluk elementine can veren şeydir aşk, onu varlıktan ayrı kılan... Canlı veyahut cansız olsun, var olabilmek için buna muhtaçtır; Allah'ı zikr bunun ispatıdır." Eline aldı kabı, mahiyeti tam olarak ne, tetkik etmek istedi. Ve anladı ki kalbindeki ile neyi hayal etti ise, o varlığa bürünüverdi, yalnız istedi; ve o hassalara sahip oldu yokluk... "Subhanallah, yoktan var eden ancak Allah'tır, beni test ediyor muhakkak. O münezzehtir."
Secdeye kapanık halde kaldı sürekli, gömülse de toprağa bir önemi yoktu, zira o gayba verdiği emaneti öldükten sonra geri almış; kendine hayat katmıştı. Bu diriliş bütün kurak kalplere nasip olsun... Bu sebepledir ki, aşk ateşi, ölümle hayata kavuşmak; o eksik emaneti, bedeni sahibine verinceye dek geri almamaya dayanmaktır. Yoksa bu irade midir? Yunusun selasını mı duydum ne?
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com
20 Kasım 2015 Cuma
13 Kasım 2015 Cuma
Ezelden Bir Misafir
Bir his var içimde meçhul,
Yüreğimi sıcacık ısıtıyor;
Gaybdan gelmiş bir acı
Buna eşlik ediyor.
Aciz kalıyorum karşısında,
Derinden bir yara;
Alev alev, yakıyor beni
Diyorki: Yalnız Allah baki..
İçime işlese de havanın soğuğu,
İçten içe, tam bir soluk alsam belki;
Hafifletir mi diyorum şiddetini.
Hoş bir sedasızlık kaplıyor içimi..
İdrak ettim ki nihayet
Ben o'yum, ve o ben'den;
Ben onsuz bir hiç,
O ise ancak benimle..
Meğerse bir kıvılcım çakmış,
Her taraf anlık, aydınlanmış..
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com
Yüreğimi sıcacık ısıtıyor;
Gaybdan gelmiş bir acı
Buna eşlik ediyor.
Aciz kalıyorum karşısında,
Derinden bir yara;
Alev alev, yakıyor beni
Diyorki: Yalnız Allah baki..
İçime işlese de havanın soğuğu,
İçten içe, tam bir soluk alsam belki;
Hafifletir mi diyorum şiddetini.
Hoş bir sedasızlık kaplıyor içimi..
İdrak ettim ki nihayet
Ben o'yum, ve o ben'den;
Ben onsuz bir hiç,
O ise ancak benimle..
Meğerse bir kıvılcım çakmış,
Her taraf anlık, aydınlanmış..
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com
