Söylenecek tek kelimen olsa idi, ne olduğu hakkında tereddüt eder miydin?
Kainat yaratılırken, ol emri verildiğinde tek sebep ve var olan'ın muhatabı kimdi? Kendine gönderilen o mesaja bakan, dinleyen ve dönüt adına; onu anlamlandırma, değerlendirme çabasına giren her ferd aynı zamanda mesajın sahibini muhatap kabul etmiş demektir. Evvela söyleyene bakmak... Dönüt buna bağlı olmalı mıdır? Varlıkları neye göre derecelendirirsin ki aralarında fark oluşsun? İki türden medyana gelen bahsettiğimiz bu sınıflandırmanın bir tarafındaki aciz var'ların hükmü nedir yahut ne kadar var olabilmektedirler? Var'lığı bir zaman ve mekan içinde tutsak kalmışlardan misal.. Daim ve tartışmasız; yokluğu imkansız olandan başka bir muhatabın olabilir mi öyleyse?
Diğerleri muhatabın olmadığına göre mesajın bir tek sahibi olabilir: Allah. Zaten ondan başka söz söz söylemek kimin haddine? İnsan herhangi otoritesi, hükmü ve geçerliliği olmayan bu yarı-var'lar karşılığında yükümlüyse -kul hakkı-, tümüyle her şeyi elinde olanın huzurunda; sorumluluklarını yerine getirmemesi ne mümkün... Muhatap alan herkesedir Kuran, ve bakanları idrakla aydınlatan; ve doğru yola eriştirebildiklerine, Allahın azameti kadar ona saygı duymayı öğreten. O saygı ki nelere bedel. Zira bildirilen bu kurtuluş çağrısına baş kaldırabilmek veya karşı çıkmak için ancak "kulaklarını tıkamış" yahut "arkalarını dönmüş" kimseler olabilmek lazımdır. Yoksa farkındalık kazanan insanların, böylesine tüm yüce sıfatları olana karşı; o ne söylediyse hepsinin gereğini yerine getirmesi, emir ve yasaklarına kusursuz biçimde uyması kaçınılmazdır. Zihinlerde canlanan bir soru olarak, öyleyse iman getirmiş mümin kimseler nasıl olur da günah işler, geçici ve anlık da olsa bu hudutları çiğner, haddi aşar?
Efendiler cevap bir paradoks değil, zira birey ne vakit bir günaha niyetlense, -fıtrata çağıran unsur- vicdanıyla hiçbir zaman savaşa kalkışmaz, bir delik arar başta kaçmak amacıyla, kılıfına uydurmak için; baktı ki bulamadı hemen arkasını döner ve öyle yapar işini. Gözünü kapatır hatta kulaklarını tıkar, aksi taktirde kendini harab etmekten farklı bir çıkar yolu yoktur. Felaha erme müjdesi, yeryüzünde herkesi koruyup gözettiği, rızık verdiği için Allah tarafından herkese verilmiştir. Çağrılan topluluklar henüz haber almadan bilmektedirler ki yalnız iki seçenek var, kaçamak yahut mazeret yok. İnkar ya da teslimiyet.. İnsanların hayatının her safhasında mevcut bulunacağı durumlarda karşısına çıkabilecek iki seçenek. Ve çoğu kimse her seferinde daha zor olmasına rağmen; nihayeti malum o yolu seçer. Bundan dolayıdır ki hiç muhatap olmaz ve görmezlikten gelir. Gelen mesajın sahibine, onu gönderene bakmak içindekini açıp okumak değildir. Yani bu mazeret değildir ki mesajı alan kişinin göndericisinden haberi olmasın. Rabbine demesin ki ben malikimden olduğunu bilseydim şüphesiz açardım.. Muhakkak okurdum ve itaat edenlerden olurdum.. Ve yine herkes bilmektedir ki "yalnızca kendine yazık eden" müflisleri Allah, yarın hesap gününde tıpkı kendi davranışları gibi; onlardan yüz çevirecek ve "onları unutacaktır." Zira o Rahman, din gününde sadece müslümanların yanında olan yani; çağrısına kulak verenlerle, ancak duymamazlıktan gelmeyip geri cevap verenlerle konuşacaktır. Zira iletişim denilen olay çift taraflı olmak kaidesi ile gerçekleşmektedir. İletişim kurabilme çalışmaları ise bir ömür sürmektedir.
Kardeşlerim, karşılaştığınız her olaya verdiğiniz tepki bir zaman gelecek ve hatasız bir biçimde tartılacaktır. Besmele; Rahman Rahim olan Allahın adıyla. Bu şuur içinde olmanın yanında, kendi içinde çelişmemek inanmışların veya doğru yola ulaşmak, ancak orada bulunmak isteyenlerin yaşam felsefesi olmak durumundadır. Yalnız ona ibadet eder ve tek dileğimiz olarak bizi islam ile yaşatmasını, öldürmesini isteriz. Tek güç sahibi, bizi hakikat ilmi olan islamı istikamet olarak seçen; lütfundan nimet verdiği kimselerin yoluna ilet, azgın ve sapmış olanların yoluna değil.
Kim için yaşıyorsak, ne için var isek; tüm benliğimizden çıkacak tek söz o'dur.
Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com