24 Mart 2015 Salı

The Yolculuk

Sever misin hiç yolculukları, geç otur şöyle bakalım.. Bilemezsin başına ne geleceğini, ilerlemen için yolculuk gerekiyordur ama. Ve sen yol katedebilmen için, risk alman gerekir bununla. Hayat da daima böyledir dostum, daha fazlası için, daima fedakarlıklar harcamaya uğrunda hazır olmandır, götüren seni başarmaya.. Başarı nedir? Hedefe ulaşmak mıdır, peki ya hedef bir başarısızlıktan ibaretse? Yoksa işinde ulaşman mıdır yüksek derecelere? Böyle mi tanımlardın sana sorsalar başarıyı? Ya teksen, yaptığın her neyse? İyi sonuçlar elde etmek midir, kötü bir amaç taşıdıysan ya? Her neye göre değişir zaten doğrular, farklı kimseler için aynı olay, değişebilen nitelikler taşır. Benim uçak üretmemi küresel zihinler facia olarak adlandırabilirler mesela. Dalıp gitme dostum, lazımsın bana, dinle hikayeyi de çok düşüneceksin zaten sonra!

Bir dağ vardı bizim köyde, bilinmez fakat kimse tarafından, hani niyede bilmem aslında; çok da heybetlidir zira. Oturduğumuz evin karşı sokağında toplanırlardı genellikle o 3 arkadaş. Kilitli taş döşememişlerdi oraya, unutuldu gitti herhalde ya, neyse. Ne dar ne geniş diyebileceğiniz, sert ve soluk bi toprağı vardı, yağmurda yürürdünüz hani rahatlıkla. Köyün bu 3 delikanlısı o bahsettiğim dağa çıkmaya karar vermişler. Bende sonradan öğrendim de, duyduklarımın yalancısıyım hani. Hayat dağıdır ismi, böyle anılır en azından, biz tarafından. Necmi başlatmış çıkalım da çıkalım, ikna yeteneği de çok yüksektir ha onun, geçen sefer bizim hacı hüseyin amcayı ne yapıp edip top oynamaya ikna etmişti, kırılmıştı millet gülmekten! Bu diğer ikisi heveslenmişler sonunda, necmiyi geri de bırakıp gideceklermiş az kalsın, bir iş içinmiymiş ne; annesi şehre yollamıştı da... Takım taklabat felan da yok hani kendilerini kurtaracak, yapsalar hayatın eteklerindeki ormanlıktan bi dal alırlar. Gençler zaten, işsizliklerinden biraz da; macera arıyorlardı. Başlamışlar tırmanmaya nihayetinde, başta zirve yürüyüşü adına çıktıkları yoldan hemen dönme niyetleri varmış; ciddide sayılırlardı aslında ama görmüşler ne de çetin bir kişiliğe sahip olduğunu hayatın, içlerinden karar vermişler hepsi ayrı ayrı. En sonunda bu yorgunluğa ilk osman dayanamaz,
"bittim artık dönelim hadi; güneş de tepede zaten, kime diyorum!?" Dönüp baktılar diğer ikisi, şaşkın bir ifadeyle hemde, kendilerinde benzer belirtiler yokmuş sanki hiç de!
Recep, "tamam, oturalım şuradaki çınarın uğrunda da acıktım ben zaten"
Necmi ikna olmamış, daha dinç bir haldeydi zaten, iri gövdesinin sahip olduğu çeviklik sıkı sıkı tutmuş iradesini. Ama arkadaşlarını bırakacak değil ya? Birlikte oturmuşlar elbet. Osman tutturmuş, geri dönecekmiş, hani aşağı seviyeler iyi de; yükseldikçe de dikleşiyor bu hayat dağı. Diğer ikisinin karar duvarlarını çizmekle, boyamakla mümkün olmayacağı işi yapmakta ısrar etmemiş, ayrılmış gruptan geri dönmek üzere. Diğerleri henüz oturmakta; osman dönüşte, fakat ne iniş ya rabbi! Anlamış ki Hayat dağının mümkün değil bu sert ve dik biçimde kaya gibi taşlardan oluşan yüzeyinden inmek, dağın diğer tarafı dümdüz ve ancak inmeye müsaitti ama. İstemiş geri dönmek ama, geri çıkayım derken ayaklarını üstünde dikkatlice gezindirdiği oynak taşlardan biri kaymış, tutunduğu ihtişamlı ağacın kalın dalı da kırılıvermiş de, güvendiği, nice mesafelere kök salmışın içi çürük olduğunu; ölümünün birkaç saniye öncesinde anlamış. Nafile tabi, ilk olarak başına ve ardından bedeninin çeşitli noktalarına isabet gelen taşlardan kurtulamamış. Dağın arkasındaki düzlükten de çıkamazlardı aslında, etrafı sık ormanlıktı zira! Diğer gençler acı akıbetten bi'haber sohbet ederler, necmi biraz erken davranmak ister, zirvede çok kalmak, akşam olmadan dönmek en önemli meselelerdendir çünkü. Bir tartışma kopar aralarında, onlarda ayrıldılar mı birbirlerinden! Hayat dağının sinsiliklerine bir olmak ile güç gerileceğini bilmezler ki! Necmi atılır ileriye, sinirinin de tabi, büyük etkisinde.. Gittikçe dikleşen zemin, bu da yetmezmiş gibi kayganlaşır bir de; tek bir hatanı canınla ödersin, böyle bir nitelikte hani. Bir ara dinlenecek bir düzlük için gezdirdi gözlerini ama, dizlerini tutamıyordu; boşanacaktı sanki birden. Kasları artık baş kaldırırcasına yanıyor, acıyor kıvranıyor ve tarife imkan vermez bir müthişlikle acı veriyordu, Nihayet bir oyuk gördü necmi, razıydı sonuçta herşeye; çektiklerinden kurtulmak adına. Serin bir havası vardı bu ziyarethanenin, yarım saat dinlendi burada, daha da kalmak isterdi ama, pek misafirperver görünen bu oyuk müsaade etmezdi buna; bütün aşağı ovanın, ormanlıkların, karşıki dağların, hayat dağı canlılarının güzelliklerini göstermişti bu oyuk ona, yudum yudum rüzgarını ikram etmiş, kokusunu yanında şeker olarak tutmuştu ona. O da sinsiydi ama, çok hemde! Akşama doğru, etraf ay ışığına rağmen büsbütün karanlıklaşır da kapkara köşelerden eve gitmek mümkün olmayınca, her ne kötülüğü varsa sunar; susuzluktan içilmek mecburiyetinde kalınan boğaz yakıcı soğuklukta sularını verir; üstüne ısıtamasın kendinden diye rüzgar buzlarını atardı içine, türbilans yaratırdı çevresinde misafirinin ve yiyip bitirmek için nice kimseleri gönderirdi ona; sırtından hançerletir, birlikte paylaşmaya dahi tenezzül etmeden yerdi onu! Necmi nereden mi biliyordu bunu, köyde de aynı mayaya sahip çevre vardı çünkü. Toparlandı necmi, tekrardan giydi sırtına montunu, biliyordu ki çıktıkça yukarıya, kendini yakan hava; dondurmaya çalışacaktı onu. Başladı yeniden tırmanmaya, kararlıydı; zirvede hayal ediyor kendini, hayaliyle dahi yanıp tutuşuyordu. Az daha çıktıktan bir düzlükle karşılaştı, az daha çıksaymış burada dinlene bilirmiş neredeyse! Henüz dörtte üçüne gelmişti yüksekliğin, tuhaf bir yapısı vardı, çünkü burası öylesine aldatıcı bir düzlüğü vardı ki, zannedersin bir devamı imiş ilerideki ovanın. Biraz bakındı necmi, nereden gideceğini kestirmeye çalışıyordu,  az ileriden kendisine doğru koşan kurt sürüsünü görmesiyle hedefini belirleme si de bir oldu. Saymaya fırsatı olmadı sürüyü, var gücüyle koşuyor, yüreği muhteşem güçle atıyordu; kendisi de bir o kadar güçlükle koşuyor. İçinde oluşan korkunun damlalarını hissetti içinde, bütün kapasitesiyle çalışan bedenine nefes yetiştirmekte de zorlanıyordu artık; bütün şartlara ve koşullara rağmen bir de boğulmaya başlamıştı, nefes alamıyor du Allahım! İstemeden yavaşladı, kaybetti hızını.. Renkler kaybolmaya başlamıştı, etrafında ne varsa hepsi sallanıyor; ona bıyık altından gülümsüyordu, öyle gülüyorlardı ki; kendisine gelen kaçtır sayısı bilinmeyen kişiye aynısını yapmışlardı. Normal, ve kendinden eminlerdi gayet. İçindeki damlayan korku siyahlaştı, yoğunlaştı, tek bir zerre halini aldı hatta. Öyleki sahip olduğu ağırlığından içini delip çıkacaktı sanki, gittikçe kızışıyordu hemde! Necmiyi işte böylesine sardı ölüm korkusu! Sürüden geriye iki kurt kalmıştı. Geriye döndü ve taş aldı eline necmi, kaya gibi; hayat dağının taşından. İkinci fırsatta fırlattığı bir taşı tekini devirdiyse de diğeri üstüne atladı, soluk soluğa cebelleşmeye çalışıyordu onunla, öyle vahşice dişlere sahipti ki o kurt, sanki günde binlercesini yiyecek kadar aç! Tepiniyordu yerde yatarken kurtla birlikte, bacağına diş geçirdi kurt, yakıyordu, sanki ateş tutmuşsun! Kanlar akmaya başladı; biraz kendinden geçti sadece bir anlığına. Sonra öyle bir çeviklikle elini kurdun gözüne soktu ki! Bir feryat kopardı kurt, ama ısrar ediyordu ısırmakta, salyasını akıtıyordu damarlarına! Diğer elini aşkın gücü, acının gücüyle ve son bir şansın verdiği mecburiyetle soktu böğrüne, çıkardı tek hamlede ciğerini kurdun.  Kanayan yarasını bastırdı, acil müdahaleleri yaptı; duramazdı buna rağmen bir saatten fazla dağda! Yürüdü yavaşda olsa; görünmüştü nihayet zirve, geldi, ve çıktı üstüne; fakat onun artık düşüncesi kurtarmaktı canını; hiçbir ifadeye ve değere sahip değildi gözünde. Derken yuvarlandı zirveyi oluşturan büyük kaya, ve canını verdi o da sonunda, aşağıda bulunan ve dağın oraya sürüklediği ovada hemde, kan kaybındandı sebebi! Recebe ne mi oldu? Sakin davrandı o da, engellerin geçmesini bekledi; olmadı saklanarak gitti. Hiçbir güç değildi hayat dağının mutlak hakimi zira... Ama kimsenin vakti yetmezdi buna, yetmedi nitekim onunda, ve dondu soğuktan; zirvede bulundu ölüsü, zirvede...
Bu olaydan sonra köye gelen pek dağcı oldu ama ben seni uyarmış olayım; Diğerlerine benzemez bu dağ dostum, kolay ve küçük görünür. Onun vahşiliği; kendisine tırmanmaya teşebbüs edendedir, ona kusar bütün pisliklerini.
Ama ben sana bu hikayenin çıkarılacak bir sonucunu söyleyeceksem şunu unutma; geçtikten ve bittikten sonra neyi yaptığın bir önemi yoktur, ardı kesilecek olduktan sonra bütün zevkler bir hiçtir ve geri indikten sonra nereden geldiğin ehemmiyete sahip değildir; zirveden gel istersem.

Bana karşıki kırmızı; çitlerle çevrili ev var ya, onda tek başına oturan Hilmiye teyzeden biliyorum yani, anadolu ajansa beş basar kendisi. Hakikatinde yürüyüşten sağ çıkan yok, o nereden biliyor dersiniz? Avuttu mu bizi yoksa; ölüleri blunur bulunmaz zihninden mi yazdı bütün köye, hatta bütün dünyaya? Haberlerde de onun anlattığı gibi çıkacaktı da bulamadılar onu o vakit, neredeyse artık? Dinlemek nasip olmadı hilmiye teyzenin ağzından, ölümsüzleştiremedi teknoloji, "üç gencin "gerçek" hikayesini"; rahmete kavuşmasının ardından... Çünkü yaşamıyor artık o, bu olaydan 3 ay sonra ölü bulmuşlar onu; şirin gözüken büyük; ve iki pencereli evin içi boş şimdilik...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...