10 Eylül 2019 Salı

Fight Club Ayrıntılı İnceleme - Bölüm 1
















İnternet ortamında böyle muhteşem bir film hakkında kayda değer analiz olmadığını fark ettim. Her nekadar güzel yorumlarda bulunanlar olsa da bunlar filme göre çok sınırlı kalan yorumlar, çünkü normal bir film için güzel yorumlar değerlidir ama filmin kendisi zaten mesajlarla doluysa iyi bir yorumda bulunmanız yeterli olmaz. Sahne sahne ilerleyeceğim, filmin kendisini izlemeden önce bu yazıyı kesinlikle okumayın; bir anlam ifade etmez, zevk de alamazsınız. Bu yazıdan sonra film izlenirse iyi olur, çünkü fotoğraflar çok iyi aktarmayabiliyor anlatılmak isteneni. Başlıyorum.




Film klasik müzikle başlıyor 3-4 saniyeliğine, daha sonra kaydı durdurma sesi geliyor ve şu müziğe geçiş yapılıyor. Çok daha marjinal, hareketli diyebileceğimiz rock tarzına benzer bir müzik. Burada verilmek istenen mesaj, bu filmde verilecek mesajların öyle usülüne uygun veya yumuşakça değil, doğrudan sertçe ve özellikle ileride daha fazla bahsedeceğimiz "erkekçe" verileceğidir. 


Ve filmimiz şöyle bir girişle başlar:
 


 İnsan başta bu cisimlerin ne olduğunu anlamlandıramıyor ama kamera sürekli hareket etmeye devam ederken bu şeyin içinden çıkıyor ve 30 saniye sonra bir de bakıyoruz ki...












Meğerse görüntülerin bütün hepsi bizim başkahramanımızın beyninin içiymiş, nöron damarlar vs. Burada çok güzel biçimde hem bu filmde karşılaşacaklarımızın aslında bir hayal ürünü olduğu yani beynin bir oyunu olduğu vurgulanmış hem de böylesine etkileyici senaryonun, kurgunun sonuçta bir zihin tarafından inşa edilmiş olduğunu belirtmiş. 
 




Filmi izlemiş olduğunuz için yalnızca dikkat çekmek istediğim yerleri göstereceğim, geri kalan olayı bildiğinizi varsayıyorum. Çoğu kişi filmin sonlarına doğru o muthiş aydınlanmadan sonra ancak farkına varabiliyor aslında işlerin farklı olduğunu. Film bize doğrudan söylemeden bir türlü farkına varılmıyor. Halbuki filmde o ana kadar o denli gönderme var ki, neredeyse bizi sürekli uyandırmak istiyorlar fakat biz bir türlü gafletten kalkıp uyanamıyoruz. Filmin ana teması da bu zaten, "uyanış".






Hoş bir nokta, çok önemli olayları yaşama esnada neredeyse hepimizin aklına böylesine saçma düşünceler ya da fikirler gelir. Hatta bir çok dahinin, bilim adamı ve sanatçıların hikayelerini okumuşsanız, en iyi eserlerinin fikirlerinin tuvalet veya banyo gibi yerlerde geldiğini görmüşsünüzdür. Ve tabi yolculukta, yürürken, rüyada ve uyur uyanık durumlarda. Bizi ilgilendiren nokta, çok acil durumlarda bile, diyelim ki bir kazaya tanık oldunu ve yaralılarla ilgileniyorsunuz, böyle saçma şeyleri düşünmemek için yaptığımız şey, kendi kendimize şu an bunun uygunsuz olduğunu telkin ederek baskılamaktır. Ancak yalnızca bazı kişiler düşünmeyi çok sevdiklerinden bırakamazlar ve yaşadıkları, gördükleri en alakasız şeylerden dahi kendi alanlarına dair birçok şey yakalarlar. Ünlü ressamın babasının ona felaket kızdığında bile onun bu halinin güzel bir portre olabileceğini düşünmesi gibi.






Bu sözlerden aslında filmin sonunda neler olacağını kolaylıkla çıkarabiliriz. Kahramanımız (diyorum çünkü film boyunca kasıtlı bir şekilde ismi söylenmiyor) insan sevdiğini incitir diyerek özellikle Tyler'a bakıyor. Ve hatta sonradan üstüne ekleyerek diyor ki, bu iki taraf için de geçerli. Yani, Tyler bizim adamın canını yakmış olabilir ancak o, aynısını ben de sana yapabilirim diyerek filmin en sonuna gönderme yapıyor. 



 
 


Kaos projesini anlatıyor ve sonraki cümlesi "Bunu biliyorum, çünkü Tyler biliyor." Yani elbette bir işi birlikte yaptığınız ortaklarınız varsa onların bildiği pek çok şeyi siz de biliyorsunuzdur, sizinkisini de onlar. Ama kimse çıkıp biliyorum çünkü o biliyor demez, anlattı der, öğretti der. Tabi biz başlarda bunu niçin dediğini anlamıyoruz ve hmm deyip atlıyoruz gereksiz bir sözmüş gibi, zira o zaman için bir temeli yok bu düşüncenin, dolayısıyla bir anlam ifade etmiyor ve hafıza siliveriyor.

 Bu inceleme çok uzun sürecek gibi duruyor.
Devam edecek...



2 Mayıs 2019 Perşembe

1 - How Computer Works?

All computers basicly compose of four components. These are input, storage, processing and output. This is actually, what makes a computer a computer. The earliest computers were made out of wood and metal with mechanical levers and gears. By the 20th century, though, computers started using electrical components. The early computers were really large and really slow. A computer size of a room might take hours just to do a basic math problem.  

The first component is input. You can tell computers what to do with keyboard, mouse, touchscreen, GPS, the microphone and the camera. If you are wearing a computer on your wrist, it might listen to your heartbeat or in your car, it might be listening to what the car is doing. All these different inputs give a computer information, which is then stored in memory. A computer's processor takes information from memory. It manipulates or changes information using an algorithm, which is just a series of commands. Then it sends the processed information back to be stored memory again. This continues until the processed information is ready to be output.

How a computer outputs information depends on what the computer is designed to do. A computer display can show text, photos, videos or interactive games. The output of a computer may even include signals to comtrol a robot. When computers connect over the Internet, the output from one computer becomes the input to another, and vice versa.

You may have heard that computers work on ones and zeros. But almost nobody today actually deals with directly with these ones and zeros but they play a big role inside. Inside a computer are electric wires and circuits that carry all the information in a computer. If you have single wire with electricity flowing through it, the signal could either be on or off. Namely, it can represent 1 and 0. We call this binary state as a bit and, it is the smallest piece of information a computer can store. If you use more wires, you can represent more complex information. While we are using decimal number system, a computer uses binary number system so, we can represent all numbers with ones and zeros. With 8 wires, you can store numbers between 0 and 255. Think of all letters in the alphabet. You could assign a number to each letter. Therefore you can represent any word  or a paragraph as a sequence of numbers. Likewise, numbers can represent sound, images, videos or graphics. As you know, all images are made out of tiny dots called pixels and each pixel has a color which is composed of red green and blue colors that can correspond to numbers. Videos and graphics also are consist of images. Consequently, with numbers, there is nothing we can't do.

Let's take a closer look at how circuits can modify and process information .  The simpliest element of circuits are transistors. Transistors come together and generates logic gates. For example "not" logic gate, takes an electrick signal and flips it. More complicated logic gates can take multiple signals and combine them to give results. "And" logic gate, take two signal and gives only both of them are 1 at the same time as an output. By connecting these logic gates together, we can make more complex circuits that perform more complex calculations. Bringing together all these sophisticated circuits, comprise a CPU which is Central Processing Unit.

The CPU is the master chip that controls all the other parts of the computer. A CPU needs to do different things, so inside it has smaller, simplier parts that handle spesific tasks. It has circuits to do simple math and logic or send and receive information to and from different parts of the computer. Binary code is the most basic form of software and it controls all the hardware of a computer. But we command the CPU with programming languages, which convert your commands to binary code to CPU'S understanding.

When we use the computer, we do lost of things at the same time. However one CPU can process only one command at the same time. In this case, CPU is switching between jobs constanly so fast that, we can't even realize they are not actually synchronize. This work is implemented by operating system. It is the master program that manages how software uses the hardware of a computer. As a result, we can watch videos, or surf on the internet just with a couple of click without any encoding and grappling with bits.
 
Sincerely,
Esasolay.blogspot.com

7 Nisan 2019 Pazar

Using Time Efficiently - 1

How do we organize our time? Are we aware of the fact that, time that has flied never will bring back anytime in the future? So, every moment has this invaluable inherent feature. Imagine that; you can't change anything included by now, after now; until endless. This realization brings us incredible effort to utilize it, and it also pushes us to search methods to use it efficiently. Maybe since everyone has this wealth innately, most of the people don't benefit enough from this opportunity. But lifetime which we consider as wealth, passes away with us, every second. Because we consist of the whole these seconds and moments. Therefore, without loss of time let's start immediately. 

Of course, we have a lot of topics we can discuss on but since our time limited, I will handle limited issue even deciding what we discuss as a first step is seemlier

How Should We Develop An Approach To Using Time In Daily Life? 

Before understanding structure and core of the time, this will more beneficial now. I'll try to explain partly in my mind insha'Allah.  

Value of Running in Daily Routines 

To use time efficiently, the first step should be to define how we use it at now. Measurement helps us at this point. When I measure my own arrangement of time, I suddenly notice that 1 hour of my each day is passed by walking from one point to another. Surely, not everyone walks throughout this period. However, I am sure that, people who don't have a car and students especially do. 
There are some research results about how many average daily steps people walk:
Researchers compared average step counts among countries:
The United States: 5,117 steps. This is about 2.5 miles or about 4 kilometers each day. 
Switzerland: 9,650 steps. This is about 4.8 miles or 8 kilometers each day. 
Japan: 7,168 steps. This is about 3.5 miles or 6 kilometers each day. 
Western Australia: 9,695 steps (similar to the Swiss results). However, a wider survey in Australia found an average of 7,400 steps, more in step with Japan. 
A 2016 study of 103,383 American employees in a workplace-based physical activity challenge found that they averaged 6,886 steps per day—but they may have walked more than usual due to being part of the challenge. 

A study published in 2010 of over 1,000 Americans found an average of 5,117 steps overall, with men only slightly ahead of women at 5,340 steps compared with 4,912 steps. The U.S. data were collected from people who wore a pedometer for two days during normal activity. 

More data's are accessible if anyone wishes. Thus, we regard average count as 5500 6000 steps which correspond with 5 kms approximately. Then, this is the speed of average walk speed of human:

The preferred walking speed is the speed at which humans or animals choose to walk. Many people tend to walk at about 1.4 m/s (5.0 km/h; 3.1 mph; 4.6 ft/s).[1][2][3] Although many people are capable of walking at speeds upwards of 2.5 m/s (9.0 km/h; 5.6 mph; 8.2 ft/s), especially for short distances, they typically choose not to.[4] Individuals find slower or faster speeds uncomfortable. 

Another study:
 
When timing the green light at a pedestrian crossing, mobility planners use 1 m/s (one meter per second corresponding to 3.6 kph or 2.2 MPH) which is the speed of a rather slow pedestrian. We use this value because we don’t want grannies to be caught by a red light half way.
through her crossing.
The speed that we use to estimate walking times (For example: to reach a bus stop) is usually 1.25 m/s = 4.5 km/h = 2.8 MPH Also this is a slow-ish speed, chosen to account for older persons.

A normal “urban” quick walking pace, which you may want to keep when you’re wearing your work clothes and don’t want to sweat them, is around 1.5 m/s = 5.8 kph = 3.6 MPH

A healthy man walking at a sustained pace can do 1.75 m/s = 6.3 kph = 3.9 MPH but at this speed you’re definitely going to sweat your armpits. Source

This video is for what looks like walking at 5 km/h. 
It reasonable to assuming average walk speed as 5 km per hour. It corresponds to 1,4 m/s. At the same time human can walk at 6km/h which is little faster, without significant exerting. This means, an average period of walking in a day decreases from 6/5 hour to 6/6 hour, namely 12 minutes. Hence, if we calculate a wider which extend to weeks, months, years and the whole lifetime as a last, we see the enormous increment in amount of time which we use it actively. Term of “active using” is crucial. My purpose with “active” is that, living longer one day not contribute us so much because this one day contains all of the activities in our routines like necessary needs such as eating, sleeping, traveling, etc. On the other hand, if we obtain additional time with curtailing the periods of deeds, we are able to use this time directly. In other words, we don't have to use this extra time by sleeping or such things. Thereby, we can consider extra 12 hours as a normal 24 hours inasmuch as day consists 8 hours as average effective time when we deduct sleeping, eating, paying a call, little time-wasting which even if we can't find the source of it. In short, if we calculate on the basis of lifetime, the result is like this: 

12 minute * 30 day * 12 month * 70 (or remaining age which you can walk fast = 40) 
Result = 172.800 minutes which corresponds (/60 minutes /12hours(because of active) ) =240 days

Even just you ran little faster you would get 8 months. Probably it can reach 1 year with the effortful walk. Alright let's do the same operations in case of slow running.
 
13.5km/h is great. You're going fast, which is amazing, place yourself towards the front of the next event. Not elite but group A or B for sure.
12km/h is a good ability runner, definitely able but not fast.
10km/h is a runner and not slow
8km/h is getting more relaxed / slower but still running.  Source

With slow running (8km/h per hour) how much time we can acquire is here: 
6 km's average distance/5 km/h avr. walk speed - 6km's/8 km/h slow run speed = 0,45 hour
Corresponds to 27 minute. 27 mins * 30 days * 12 months * 40 years = 388.800 mins
388.800 mins / 60 mins / 12 hours = 540 days = 18 months = 1,5 years.  

1,5 years by just running slow. I think even if we implement “increasing speed” on only one activity, we acquired great consequences. Yet we should go through inert gaps between main activities. 

Sincerely,
Esasolay.blogspot.com

4 Nisan 2019 Perşembe

Karl Marx'ın Görüşlerine Dair Basitçe Açıklamalar

Marks, bir sorudan yola çıkarak nasıl bir ekonomik sistem kurulması gerektiğine dair bir öngörü sundu: Özgür olmak ne demek? Ve sonrasında çatışma teorisi meydana geldi. Ona göre geri kalan tüm meselelerin, politika, kültür, din veya aile yapısı gibi, çözümlenebilmesi için, öncelikle kaynak ve emek organizasyonunun çözülebilmesi gerekiyordu.

Doğada hayvanları gözlemlediğimizde, onların doğa ile iç içe ve tam bir uyum halinde olduklarını farkederiz. Herhangi bir hayvanı doğaya saldığınızda, günlük yaşamında normalden farklı olarak zorluk yaşamaz. Yalnız insan için bu durum biraz daha farklıdır. Olduğu haliyle kalırsa insan, muhtemelen açlıktan ölecektir. Bu doğa durumu içerisinde birey bir çok zorlayıcı faktör tarafından kuşatılmıştır; yemek yeme, barınma ve korunma gibi ihtiyaçlar insanın özgürlüğünü kısıtlamaktadır.

Öyleyse insan nasıl özgürleşebilir. İnsanın yaşamasının yolu, tarihte de sürekli gözlemleyebileceğimiz gibi, doğayı ve çevreyi değiştirerek kendisinin yaşayabileceği hale dönüştürmektir. Ve bu olay, yani insanların doğal zorlayıcı faktörlerden kurtulma ihtiyacı; bir çalışma, çaba ve emek gerektirir. Marks da çözümü insanların birlikte, ortak bir şekilde çalışmasında bulmuştur. Bu aşamada, yani henüz bir hiyerarşi veya devlet oluşmamışken herkes sosyal bakımdan eşit durumdadır. Daha sonraları ise, insanın doğa üzerinde hakimiyet kurarak bu zorlayıcıları birer birer yenmesiyle, daha çok özgürlüğüne kavuşur. Ve zamanla insanın ihtiyaçlarını karşılamak için yaptığı üretimde, ihtiyaç fazlası açığa çıkar. Mesele, bu ihtiyaç fazlasının nasıl ve kimler tarafından değerlendirileceği hususunda başlıyor.

Bildiğiniz üzere, farklı sistemler bunun üzerinde farklı biçimlerde tasarrufta bulunurlar. Örneğin, ortaçağ avrupasında görebileceğimiz gibi, feodalizmde insanlar sınıflar bakımından, burjuva ve köylüler olarak ikiye ayrılır. Burjuva olarak ifade ettiğimiz soylu kesimin çalışmak adına hiçbir zorunluluğu yokken bir de en zenginler yine onlardır. Bunun yanında köylüler ise, kendileri için çalışmakta olup bir de fazladan soylu kesimin ihtiyaçları için de çalışırlar. Tam olarak burada görebileceğimiz gibi, her ne kadar insanoğlu doğal zorlayıcılardan kurtulup özgürleşse de bu sefer sosyal zorlayıcılar özgürlüğü kısıtlamaya başlamaktadır. Peki Marks'a göre sosyal sınıfları nasıl belirleyebiliriz? İşçi sınıfı üretim işini yaparken, ne üretimde kullanılan hammadde ya da araçlar olsun ne de ürün olsun üretime dair hiçbir şeye sahip değillerdir. Bunun yanında elde ettikleri tek şey emekleri karşılığı satın aldıkları maaşları. Peki, maaşlar ne kadar adil veriliyor ve verilen emeği karşılıyor mu soruları akla geliyor o zaman. Fakat sermaye sahipleri olan burjuvaziler, üretim üzerinde tam bir kontrol sahibiyken, üretime dair bütün şeyler de, fabrika, hammadde veya ürün gibi, onlara aittir. Az önceki örnekte görebileceğimiz gibi, üretim fazlasını yönetebilecek ve emek ile kaynakların arasındaki ilişkiyi belirleyebilecek bir sisteme ihtiyaç var ki biz bunlara üretim biçimi diyoruz. Kapitalizm, komunizm veya feodalizm gibi.

Marks'a göre tüm sistemlerin sonu çıkmaza varır. Örneğin kapitalizm'de, sistemin başında, sermaye sahipleri daha fazla yarar elde etmek için, üretimi arttırmaya çalışıp teşvik ederken, çalışanlarına verdiği ücreti azaltmak isteyeceklerdir. Bu üretim yarışı ve rekabet önceleri, gelişme ve ilerlemeyi birden hızlandıracak; ancak bununla beraber oluşan ihtiyaç fazlası üretim çok ciddi kaçınılmaz krizlere yol açacaktır. Çünkü, üretim fazlası malı alabilecek kimse kalmadığından, üretimi de kilitleyecektir. Bu noktada, tüm sistemlerin kilitlendiği yerde Marks'ın önerdiği tek çözüm: bir devrimin gerçekleşmesi. Bu sayede artık elde edilen kâr işçilerin lehine eşit bir şekilde paylaştırılabilecek hale gelebilir. Antonio Gramsci, bu çatışmanın yani devrimin neden çok zor ve nadir gerçekleştiğine dair bir öneri sunmuştur. Mevcut sistem gücü elinde bulundurduğundan dolayı, bu sistem içerisinde yetiştiren herkes üzerinde bir egemenlik kurmuş ve tüm kültürü, eğitimi, düşünce sistemini buna göre bina etmiştir. Çatışma teorisi adını verdiğimiz bu olayı, yalnızcı işçi-sermaye arasında değil de ırklar, cinsiyetler ve bölgeler arası çatışmalar şeklinde genişletebiliriz. Dolayısıyla, Marks'ın ekonomi alanında ele alrığı bu konu, esasında çok geniş bir alana yayılarak sosyolojinin ve diğer bilim dallarının da inceleme konusu haline gelmiştir.

YouTube CrashCourse kanalından uyarlanmıştır.

Saygılarımla,
Esasolay.blogspot.com

19 Mart 2019 Salı

Aktif Eylem Nedir?

Yaptığımız eylemleri farklı biçimlerde yapmamız elbette mümkündür. Ama aktif ve pasif eylem olarak anlatmak istediğim eylemin yapılışındaki niteliklerin küçük bir parçası. Eyleme olan bakış açından ziyade eyleme yaklaşma açın ki bu yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda eylemin biçimine göre gerçek bir yansıması da olabilir. Örneklendirmeden bunu anlatmak biraz zor olacağından hemen geçeyim.

Genelde aktif ve pasif denilince akla televizyon ya da internetten video seyretmek, internet sitelerinde gezinmek, bir şeyler dinlemek ve kitap okumak tarzındaki eylemler pasif olarak sıfatlandırılırken; konuşmak, yazı yazmak, kritize etme veya eleştirmek sırasında sıkça yapılan düşünmenin üretken, canlı, karşısına henüz ne çıkacağını bilmeden cesurca denize açılmak gibi bir benzetme yapabileceğimiz düşünmenin aktif kısmı ve benzeri fiiller ise aktif olarak sınıflandırılır.

Ama benim nazarımdan bu kavramlara bakmak isterseniz, ben bunları aktiflik yahut pasiflikten ziyade etken ve edilgenlik olarak ayırmak isterim. Elbette verdiğim bu örneklerin de hepsinin kendi arasında özel ayrımları vardır hatta iyice üzerine düşünsek belki daha farklı sınıflandırabiliriz ama, asıl anlatmak istediğim şu: aktiflik durumu benim bakış açımda, eylem esnasında başkalarını ya da bulunduğumuz (yalnız olsak dahi) ortamı yani varlık kainatını etkiliyor, onlara bilgi veriyor, etki uyandırıyor, duygularını harekete geçiriyor, ya da fiziksel bir hareket veya yönelişin başlangıcını tetikliyorsak bu etken bir fiildir.

Öte yandan edilgen bir fiilde, bilgi edinmek, etkilenmek, ortamdan herhangi bir şey almak, fiziksel olarak hatta düşünsel ve duygusal bir eyleme tepki üretiyorsak bu edilgen bir eylemdir. Son kısımdaki "üretmek" fiili doğru biçimde ayırabilme konusunda kafaları karıştırabilir.  Zira, üretmek başlı başına etken gibi ilk bakışta zihinde canlansa da, aslında çevrede var olan ve alınan "etki"ler sebebiyle oluşmuş bir eylem olduğundan yani bir sonuç olduğundan, onun için etken sıfatını kullanmak doğru olmaz. Çünkü bu doğal silsile sonucu oluşmuş bir reaksiyon, bir tepki idi. Ve tepkiler neredeyse her zaman etkiye göre şekillenir, kendisini etkiye göre konumlandırır. Bu fizik yasalarında da böyledir, diğer doğa ve beşeri kanunlarda da. Eğer bir cisme sağa doğru kuvvet uygulanırsa o cisim sola doğru tepki kuvveti uygular. Esas nokta tam olarak da şu ki, tepki yani etkilenen cisim hangi yönde ne kadar tepki kuvveti vereceğini kendisi belirlemiyor aksine, bunu belirleyen etki, yani etken olan kuvvet. Bu yüzden de etken, çünkü edilgenin tepkisini dahi belirleyebiliyor.

Etken ve edilgenin bir bakış açısına göre tanımını yaptığımıza göre, o halde aktiflik ve pasiflik nedir, etken hatta edilgen eylemler de aktif veya pasif olabilir mi?
Bu soruyu sormamın sebebi, ciddi bir konunun sebeplerinden biri olabileceği düşüncesi. Üzülerek itiraf etmek gerekiyor ki, günümüzde müslümanlar üzerinde çok büyük bir rehavet hatta büyük ölçüde atalet çökmüş durumda. Kimse yapmakta olduğu işi canı gönülden isteyerek yapmıyor. Her şey zorlama sanki. İrade kullanarak bir şeyler yapmaya çabalayanların da ciddi bir kısmında heyecan, aksiyon, hareket, aşk, o işi devam ettirme ve bitirme şevki yok. Bunu şikayet edinmek için söylemiyorum, aksine düzeltmek için zihinlere sormak, çare aramak için çabam. Belki bütün bu durum yalnızca günümüze ait değil, tüm zamanlara ve hatta sadece müslümanlara da değil, tüm insanlığa aittir. Fakat eski insanların eylemlerini hernekadar gözlemleme şansımız pek az olsa da, sonuçlara bakarak bir yorum getirmek mümkün. Yine aynı şekilde, günümüz gayrimüslim dünyasında da sonuçlar devasa uçurumları gösteriyor maalesef. Durumun aslında tam tersi olması gerektiği de bize ders vermesi gerekli olan bir ironi. Bu konuda muhtemelen pek çok kişi aşağı yukarı hemfikir olacaktır kanımca, o yüzden uzatmadan geçip, bu bir problemse; nasıl bir çözüm aranabilir sormak istiyorum.
https://scontent-frt3-2.cdninstagram.com/vp/12a6c660daa6a1d3840062efb4fe0949/5CE211C7/t51.2885-15/e35/49761590_762104770832491_6454265659207681589_n.jpg?_nc_ht=instagram.fbne2-1.fna.fbcdn.net
Belki inşaAllah çözüm getirebilecek önerilerden bir tanesi de işte aktif ve pasif eylemin farkına vararak hayatımızı aktife çevirmek. Bir yerden diğer noktaya yürüyorsunuz -işler de böyledir, bir durumdan diğerine geçmek istersiniz- isterseniz ulaşmak istediğiniz yere daha hızlı varmak adına hızınızı arttırabilirsiniz. Fakat halen yürüyorsunuz, dolayısıyla eylemin özelliklerini kısmen değiştirseniz de türü ve biçimi aynı. Muhtemelen farkedeceksiniz ki sizi çok yormayacak. Tıpkı günlük yapmakta olduğumuz özellikle zihinsel işler buna benzer, genelde aynı yoldan, aynı biçimde yaparız. Beyin bunu yaparken ek bir çaba sarfetmek çünkü artık alışmış ve otomatikleştirmiştir. Siz daha iyi yapmak istediğinizde ya da hızlandırmaya çalıştığınızda, daha önce yaptıklarınızı biraz daha dikkatli, hızlı ama aynı biçimde yaparsınız. Zihinsel olarak bir efor, aktiflik yoktur, çünkü yaptığınız şeyin kendisinde bir değişiklik yok, akışında devam ediyor. Fakat pasif olan yürümeden aktif olan koşmaya geçince (benzetme bu) hızlı yürüyüşünüze göre aldığınız sonuçtaki değişme çok fazla olmazken, harcadığınız çaba, efor bunun çok daha fazlası oluyor. İşte bu aktiflik durumu. Kabul edilebilir ki, bu insanı fazlaca yorar ve yürümeyle gideceği zamanda dinlenmesine neden olur. Bu doğrudur, fakat zamanla aktiflik durumunda düzenli olarak iş yapılması egzersiz görevi görecek ve zamanla kişiyi beyin tembelliğinden inşaAllah kurtarıp atacaktır. Kasların geliştirilmesi gibi, eğer yapılan iş hangi alanda yeterlilik ve yetenek istiyorsa (biz en çok zihinsel alana odaklandık) zaman içerisinde yorulmaya karşı dayanıklı hale gelecek, öncesinde alınan sonuçların çok daha fazlasına ulaşmamıza vesile olacaktır diye umut ediyoruz.

Aktiflik tek yönden yaklaşılabilecek bir özelllik değildir. Örneğin hem hızlı okumak hemde okuduğunuzu iyi anlayarak zihninizde yorumlar eklemek istersinizz, ya da yazı yazarken amacınız yalnızca hız bakımından üst seviyeye ulaşmak değildir, aynı anda yazının akıcılığını sağlamaya çalışırken diğer yandan da yoğunluk ve özde doruğa ulaşmaya çabalarsınız. Ama bu çaba yalnızca mevcut kapasitenizi zorlamakla açıklanmamalı. Çünkü kapasiteyi zorlamak da bizim için tıpkı aktiflik gibi sonuçlarda daha iyiye yönlendirebilir. Ancak burada işi oluşturan her bir hareketin arasında duraklamamak, bir sonraki adım için kolaya kaçmamak, zihinleri kolay yönlendirerek tembelliğe alıştırmamak, zor kişinin yapmaktan çekindiği, korktuğu ve bir türlü yanaşamadığı işlere cesaretle yaklaşmak vardır. Ayrıca kapasiteyi zorlamak, çok daha fazla çaba isteyen ve ulaşılması güç ve ancak özel koşulların izin verdiğinde bu şansa sahip olabileceğimiz bir olgudur. Fakat aktiflik için bazı sayıları ya da bazı iş niteliklerini yükseltmek , zorlamaktan ziyade; belirli bir çaba barajının üstüne çıkan ve tarz değişikliğinin olduğu bir eylem biçimi. Tıpkı yürümekten koşmaya geçtiğimizde olduğu gibi. Bununla beraber aktiflik sağlanması için de gerekli bazı ortam şartları ve durumsal şartlar vardır fakat bunlar kısmen düşük ve gevşek gereksinimlerdir.Yine kapasiteyi zorlamak, eğer iradeyi bazı araştırmacıların tanımladığı gibi tükenen sınırlı bir güç olarak kabul edersek, yapılan iş miktarı harcanan efor, çaba ve iradeyi (belki emek de denilebilir) karşılamadığından neticeyi baz alınırsa çok daha verimsiz olacağı görülür. Zira, bir işi -örneğin- yapma hızını arttırma oranıyla onun için harcanan emekteki artış oranını karşılaştırdığımız bir grafikte doğrusaldan ziyade, emeğin çok daha hızlıca arttığı bir eğri görürdük. Bir öğrenci misal, notlarını 80'den 90'a çıkarırken 10 puan arttırıyorken muhtemelen günlük alışma saatini 2'den 3'e çıkararak 1 saat arttırıyordur ancak, yine aynı öğrenci notunu 90'dan 95 dolaylarına çıkarmak için herhalde artık çalışma saatini 1 saat arttırması yetmeyecek, 3'ten 4'e değil; 3'ten 5' e gibi 2 saatlik bir arttırma yapmak zorunda kalacaktır. Kısaca, ortalama düzeylerdeki performans artışı için az çalışma eklenmesi yeterli iken, üst düzeylerdeki aynı hatta daha az miktarlardaki performans artışı için çok daha fazla çalışma gerekebilir. 10 puan için bir saate karşın, 5 puana 2 saatlik artış gibi. Hülasa, bu gereksiz çaba harcama kişinin gelecekte yapacağı diğer işler için kullanacağı iradeyi verimsiz şekilde boşa harcamasın diye bahsettiğimiz kapasiteyi zorlamak çok uygun olmayabilir. Zaten bu tarz bir metod uygulayan kişi çevrenide varsa, bunu yaptıktan bir gün ya da bir hafta sonra onu yatıyor olarak görmeniz olasıdır. Bunun yerine aktiflik daha stabil ve güvenlidir sanki.

Edilgen fiillerde de aktiflik geliştirilebilir mi? Edilgenlikte işi yapma tarzımız her ne kadar etken tarafından belirleniyor ve sınırlandırılıyor olsa da, bunda da kısmen mümkündür. Okumada örneğin, fiilin tarzı, yolu yazan tarafından belirlenmiş. Hatta içeriğinin ve dilinin ağırlığına göre okuma hızını bile sınırlıyor. Ancak aktiflik, zihne yönelik olduğu ve onun çalışma yöntemi üzerine olduğundan eylem türünden tam olmsa da bağımsızdır. Okumuş olduğunuz yazıları daha hızlı okumak ve normal akışınızı bozmak, zihninizin normal anlamanın dışında üzerine bir şeyler ekleyebildiğiniz, tek okumada birden fazla yönüyle birlikte ele aldığınız bir okuma, aktif olandır.

Karşılaşmakta olduğumuz büyük tehlikelerden ve belki de şu andaki vaziyetin müsebbiblerinden birisi de, bugün etrafımızda karşılaştığımız birçok nesne, faaliyetin veya olayların bizi edilgen ve pasif olmaya doğru itmesi. Edilgenlik kavramının elbette farklı olduğunun altını çizdik fakat, edilgen eylemlerin çoğunda kendimizin bir şey yapmak zorunda olmadığını hissettiğimizden dolayı belki de, tamamen pasif hale geçiyoruz. Eylemi yapan biz olmadığımız için, geminin dümeninde biz olmadığımız için onun nasıl gittiği çok da fazla ilgilendirmiyor biz, rahatlıyor ve işi oluruna bırakıyoruz. Bu da sürekli aynı şekilde bazı şeyleri yaptığımız için, ortaya koyduğumuz ürün ya da eserlerde bizi tekrara itiyor, daha da önemlisi bizim zihinsel üretkelnliğimizi, özün ve orjinal düşünebilme yetimizi ve hayal gücü yeteneğimizi elimizden alıyor. Örneklendirecek olursak; çizgi filmler ve dijital oyunlar çocukların hayal güçlerini çalarken ya da hazıra alıştırığ tembelleştirirken, kitapların pek çoğu hazır bilgi sunuyor ve bilgi üretiminin kaynağı olan zihinlerimiz bilginin doğruluğunu eleştiremez hale gelirken, önemini oluşturmayı ve meşakkatini unutuyor bunun gibi örnekler muhakkak devam ettirilebilir. Üşengeçliği yenmenin yollarından biri de inanıyorum ki buradan geçiyor.


Eylemlerin aktifleştirilmesinin getirdiklerinden bazıları da şunlar olsa gerek ki, yapan kişiye de hareket, heyecan, işten aldığı haz ve tatminde de artışı desteklemesidir. Bunun temelde nasıl işlediğini biraz araştırabiliriz. Öncelikle insanın fiillerinde nasıl bir mekanizma çalışıyor ve bunu hangi bileşenler ve unsurlar oluştuyor, bu incelenmeli. Neden şu birey bu şekilde davrandı da, öteki biçimde hareket etmedi? Bunlar zannedersem bu mekanizmanın çözümlenmesi ile açığa kavuşacak sorulardır, çünkü bu mekanizmanın birer sonuçlarıdır.
 https://www.turkedebiyati.org/wp-content/uploads/sagduyu-e1551535511442.jpg
Yaptığım gözlemlerce üç temel bileşen olduğunu saptayabildim ki  bunların değişimi veya bunlara yenilerinin eklenmesi de mümkündür. Bunlar, "İrade, Duygular, Düşünceler". Buradan sonra karşımıza konuya dair pek çok soru, alan ve konu çıkıyor tabî ele alınması, incelenmesi gereken ama muhtemelen çok az bir kısmıyla yetinmek zorunda kalacağız. Sürekli kontrol ederek ve kendime olan itirazlarımla ilerlemek isterdim fakat herhalde mümkün olmayacak.  Davranışlarımız, tepkilerimiz (psikolojik ya da sosyal gibi) veya hareketlerimiz bilinçli veya bilinçsiz, isteyerek veya istemeyerek, severek veya sevmeyerek bir karar sonucu oluşur. Bundan refleks gibi biyolojik olaylardan ziyade hayatımızı şekillendiren veya günlük yaşamımızı meydana getiren kararlar ve sonuçlarını kastediyorum. İşte bunlar bu üç bileşenle oluşurlar. İrade konusundaki tartışmalar bu ilişkilerin nasıl olabileceğinde ağırlık kazanır. Söz gelimi, insan iradesinin serbestlik derecesi nedir, irade duyguların esiri olabilir mi, yahut o irade çevre etkisinde dışarıdan maruz kaldığı verilerin bir sonucu mudur? Çevrenin etkisinin bahsettiğimiz üç bileşendeki yeri şudur: düşünce bileşenini etkileyen veonuniçinde bulunduğu unsurlardan birisi. Düşüncenin etkileşimde olduğu diğer unsur veya bileşenler elbette vardır fakat bir makro boyuttaki insan kararı üzerinde durduğumuzdan bunları es geçiyoruz. Biraz sağduyulu yaklaşırsak düşüncelerimizin çevrenin etkisinde olduğunu fakat onun tam bir kontrolü altında da olmadığını anlarız.

 Bu üç unsur da kendi başlarına çok geneller, ve geneli kapsamaktadırlar. Örneğin düşünce kavramı, akıl yürütme, duyu organlarından gelen verileri dikkate alma, sonradan öğrendikleriyle ve tecrübeleriyle hareket etme hatta belki de doğuştan gelen bazı düşünme kalıplarını kullanma gibi daha sayabileceğimiz pek çok bileşeni içinde barındırmaktadır. Tıpkı buna benzer, duygu derken de kasıt, hisler, dürtüler, ruh hali ve duygular gibi kavramların birleşiminden oluşmaktadır. Birbirine karşıt düşünebildiğimiz haz ve vicdan bile buraya dahil edilebilir.

https://www.incesoz.com/wp-content/uploads/2017/06/irade.jpg
Vicdan da kanımca bir duygu olarak kabul edilir. Ancak diğer duyguların tamamından ayıran bir istisnası vardır ki, izlenildiğinde doğru yola götürdüğü inanılan ve Tanrı'nın insanın içine koymuş olduğu bir dürtüdür.
Genel bir açıklama ile başlarsak, irade sonucu biz ne düşüneceğimizi Allah'ın izniyle kendimiz belirleriz ancak bizim ne belirleyeceğimizi de yani irademizi de duygu ve düşünceler etkiler, hatta kişinin durumuna göre kimi durumda az kimi durumda ise çok etkiler. Farklı şekillerde sonucun nasıl çıktığını canlandırabiliriz. Son kararın ortaya çıkması üç bileşene birden bağlıysa örneğin, baskın olma durumlarına göre ortaya sonuç çıkar. Eğer irade son karar vericiyse, bu sefer biraz daha farklı bir temsil uygulayarak, birini çekiştiren iki adama benzeteceğiz ve çekiştirdikleri bu üçüncüsü, yani irade de, hem kendisini hem de diğer ikisini aynıa anda çekiştirmeye çalışıyor olacak. Bu etkileniş de iki farklı türde: doğrudan ve dolaylı şekilde olabilir. Yani duygu düşünceyi etkileyerek iradeyi değiştirebileceği gibi doğrudan irade üzerinde etkisi oluşabilir. Birkaç örnekle izah etmeye çalışalım: Bir çocuk, çikolata gördüğünde -sevdiğini kabul edelim- daha öneden yediği için duyguları harekete geçiyor canı yemek istiyor(bu da bir duygu olmalıdır) ancak ailesinin durumlarının iyi olmadığını biliyor, ki bu da sahip olduğu düşüncesi. Her karşılaştığındaaynı tepkiyi vermeyebilir ama nihayetinde bu üç bileşen arasında bir mücadele gerçeklelşiyor. Bu çocuk, daha fazla canı çekmesin diye, aklına ailesinin durumunu daha çarpıcı biçimde getirebilir ya da zihninde çikolatayı kötü veya zararlı bir şey olarak temsil etmeye çalışabilir. Bu şekilde iki etkileşim gerçekleşti. İlki, düşüncesini doğrudan etkiledi, hayatın gerçeklerini iradesiyle kendisine hatırlattı. İkincisi, tadını kötü canlandırmaya çalışarak bilinçli bir yanlış eşleştirme yaptı ve duygularına etki ederek tiksinmeye çalıştı. Yine düşüncelerinden geçti bu yol ama, bu sefer ama. duygular üzerindeydi. Ve elbette sonrasında bunun yansıması düşüncelere geri döndü: acı bir şeyi yemek istemem. Duygudan geri döndü bu yansıma. Yine çocuğun bu iki düşüncesinde şunlar da vardı: bunu daha fazla canı çekmesin diyerek yapıyor, ki bu da iradesinin bütün bunları başlatırken yine duygudan etkilendiğini, hatta eğer bu şekilde yapmazsa bu acı çekmenin devam edeceğini anladığından düşünceden de etkilerndiğini gösteriyor. Yine ailesinin durumu onu iradesini böyle davranmaya önce düşünceden geçerek iteceğinden, düşüncenin izlerini yine görmek mümkün. Daha sonra çocuğun dış ortamdan duyu organlarıyla aldığı bu veriler onun duygularını daha da harekete geçiriyor ve daha önceden tadını alması, ve benzer tad beklentisi olması, buduygunun tatmini için satın alınması gerektiği, hatta kendisini buna ikna edebilmek için farklı bir tez üreterek, çocuk olduğunu kendine hatırlatması ve bunun doğal bir şey ve hatta bir hak olduğunu düşünmesi, duygunun düşünce ile etkileşiminin ve düşünce üzerinden irade ile olan etkileşiminin bir sonucudur. Çocuk örneğinden farklı örnekler üzerinden de değişik çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Burada dikkat çekilebilecek diğer bir önemli nokta dış nesne, olay veya kişilerin zihinlerdeki karşılığının yani temsillerinin nasıl olduğudur. Bu da düşüncenin duyguyu ve onun üzerinden iradeyi nasıl etkilediğinin bir yoludur. Çünkü ben bir kişiden bahsettiğimde eğer zihninizde iyi bir görüntü canlanmıyorsa bu duygularınıza yansıyacak ve muhtemelen sizin bu kişiyle yapacağınız aktivitelerden de alacağınız zevk azalacak. Bu zihin temsili ise muhtemelen iki ana etken bağlıdır: düşünme tarzı ve gözlemler, tecrübeler. Bunlar ise düşüncenin kendi içindeki bileşenleridir. Somut bir örnek olarak, sonradan müslüman olmuş ve müslümanlığı benimsemiş kişinin içkiye olan isteyi(duyguları), yaklaşımı ve beslediği düşünceler ve kararı(iradesi) eskisine göre muhtemelen taban tabana zıt olacaktır. Bunun da genel itibariyle düşüncelerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla, bağlamak gerekirse düşüncelerimizi kontrol etmeliyiz, zira düşüneler; duygularımızı ve nihayetinde doğrudan veya dolaylı kararlarımızı etkiler. Bakış açılarımızı da belirlememiz gerekli. Çünkü insan iradesi duygulardan kolay etkilenebiliyor ama onu kolayca etkileyemiyor. Bunun yolu ise düşünceler yoluyla bunu yapmak olabilir. Ve aktiflik hali bizi düşüncelerde ve duygularda çoşkunluğa doğru yönelteceğinden, bizim de o aktiviteleri kolaylıkla yapabilmemize imkan tanıyacaktır. Çünkü beynin çalışması, araştırmacıların da bahsettiği gibi, sıradanlıkları, normallikleri, monoton bir hayatı değil; değişiklikleri tuhaf ve enterasanlıkları, komiklikleri ve en önemlisi fantazi yapmayı seviyor. Eğer kalıplardan kurtulup üst düzey, farklı ve özgün düşünemezsek, çok farklı -işin içine hayal gücünün de karıştığı- fikir yürütmeleri yapmazsak muhtemelen halen onları sevmiyor olacağız. Aktiflik durumunun ise bize burada yardımı dokunuyor. Yine düşünce gibi, duygu tarafına bakarsak da, zihinde haz ile temsil edilen o eylem istenecektir. Artık muhtemelen yapmaktan sevk alıyor olacaksınız. Sevilmeyen bir iş, herkesin bildiği gibi, hayır gelmeyen bir iştir. Çok sevilen ve istenen bir şeyi yapmadaki performansın ve onuçların olağanüstü değişimini herkes kabul eder. Hatta bunun oluşması için çeşitli yöntemler bile aranır. Bilim adamı, dahi ve sanatçıların hayatlarına baktığımızda gördüğümüz ortak birkaç şey vardır; yaptığı işi delicesine sevme ve kendini onu yapmaktan alı koyamama, ona karşı aşırı heyecan, tuhaflıklar, aşırılıklar, dengesizlikler, anormallikler; dolayısıyla da çok çalışma, aktiflik ve aksiyon.

Saygılarımla,
Esasolay.blogpsot.com


16 Mart 2019 Cumartesi

Küreselleşme Vakası

Anthony J Makin, Professor of Economics, Griffith University

Anahtar Konular:
1.Son birkaç on seneyle birlikte ithalat, ihracat artışı ve uluslararası sermayenin ortaya çıkması gibi sonuçlarla beraber, ekonomiler dünyanın geri kalanıyla daha bütünleşmiş hale geldi.
2.Küreselleşme; özel üretimi, kazançta artışı, ürün seçimini geliştirmeyi ve birikimlerin  uluslararasında en üretken kullanım biçimini bulmayı mümkün kıldı.
3. Teknolojik ilerleme, sonra hizmet, mal ve finansta uluslararası piyasanın serbestleştirilmesi; küreselleşmenin temel etkenleri arasındadır.
4. Küreselleşme, finansal ve ekonomik dalgalanmalar olarak ekonominin ticaret ortaklarının önemli biçimde yerel mal değerini ve ekonomik faaliyetleri etkilemesini beraberinde getirir.
5. Ekonomi ithalat-ihracatının milli gelire oranı dışa açıklığın bir göstergesidir ve bu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde son birkaç on yılda keskince yükselmiştir.
6.  Uluslararası sermaye hareketliliğinin artması, yerel ve dünya kazanç bedellerinin birbirine çok benzeştiğini gösterir.

20 Şubat 2019 Çarşamba

Ölüm ve Yaşam


Bir önceki yazımızda öncelikler hakkında konuşmuştuk ve biz insanların birinci önceliğinin yaşamak olduğunu söylemiştik.Maddelerin de sürekliliğe önem verdiklerini  söyleyebiliriz , atomlar kararlı yapıda olmayı isterler.
Neyse konumuza dönelim.
Vücudumuz bahsettiğim önceliğinden ötürü iki şeyi önemli buluyor dostlarım.
Hafızamıza iki şey kazınır:
Ölüm ve Yaşam.
Bundan başka şeyler bizim için değerli değildir. Bütün değerlerimizi bu iki olguya göre temellendirilir.
Yaşamak,Var olmanın devamı,alınan hazların devamı.
Ölüm ise bunun bitmesidir.Ölümün en çok üzmesinin sebebi var oluşumuzu yok edeceği düşüncesidir.
Bilinç insanı bu noktada diğer canlılardan ayıran noktalardan biridir .

İnsan, doğduğunu ve bir gün öleceğini bilen tek canlıdır .Maddenin sonsuz yaşama isteğinde olduğunu söylemiştik.Evrenin sonsuzluğuna rağmen insan sonsuza kadar yaşayamayacağını bildiği için bu kısır elindeki az zamanla anlam arayışına girer.Elindeki kısır kaynakla sonsuz yaşam ihtiyacını karşılamak adına daha büyük bir ticaret yapma girişimi ister.Elindeki bir zamana karşılık 5 zamanlık 15 zamanlık bir şey satın almak ister.Din ihtiyacı buradan ortaya çıkar.

Biliyoruz ki evren sonsuza dek yaşamayacak.
İhtiyaçlarımızın sonucu olarak gelen dine inanıp inanmamak sizin özgürlüğünüze kalmış.

Ölüm. Var olan,güzel olan , hareket eden her şeyin bizim için sona ulaşması.
Yaşam.Var olan her şeyin bizim için var olması.Yeni bir şeyler öğrenmeye çalışıyorsak,çevremize uyum ve adapte olma çabamızdan dolayıdır..Yeni edineceğimiz bilgiler çevremize adapte olmamızı kolaylaştıracaktır.Bu da yaşama şansımızı artıracaktır.*

Bilgimiz arttıkça çevremizdeki insanlarla daha iyi ilişkiler ,bağlantı kurma şansımız artar.Bu yaşama şansı demektir.
Kuramamak bunun tam tersi ölümdür.
Doğum,Tanrı’yı arama,anne babayı sevme ve saygı gösterme hepsi yaşamayla bağdaştırılabilir.
Bizi yaşattığından ötürü Tanrı’yı severiz ve onu ararız. Onu bulmaya çalışırız.
Anne babamız bizi beslediği ve baktığı için de öyle.
Baba olanların duygu ve davranış durumu değişmesi hepsi öyle.
Şeytana tapan sapıklar dahi kendilerini ve zenginliklerini şeytana borçlu olduklarını düşündükleri için ona minnet duyuyorlar.
Cinsellik,aşk ,hız,heyecan hepsi yaşatmaya yöneliktir.
Korku,otorite,ise ölüme yönelik.
Otorite bir topluluğun uyum ve daha yüksek çalışma verimliliği için oluşturulması gerekilen bir öğedir.
Fakat günümüzde  bu ikinci seçeneğin gerçekleştirildiğini göremiyoruz.
Otoriteler korku oluşturur.En basitinden okuldan atılmaktan veya kanunlardan korkarız.
Otoriteler,bizim hayatımızı mahvedecek güçte oldukları için korkutur,bir yandan da yaşamamıza izin verdikleri için insanların içinde huşu ve şükran duygusu oluşturur.
Weber ‘e göre insanlar yetkisinin meşru olmadığı düşündükleri kişilere itaat etmeyeceklerini söylüyor.
Bu yargıya göre insanların neden kahraman oluşturma veya Kut inancı gibi bir inanç oluşturdukları, Yüzyılın imamı olduklarını söyleyenler, Cumhurbaşkanımız peygamberdir lafları ve bu kitaplar Allah tarafından yazıldı gibi asılsız lafların hepsinin otorite kurma çabası olduğunu görüyoruz.
Gaetano Mosca 1939 yılında şu sözleri söylemiştir.
İnsanın toplumsal doğasında  yalnızca maddi veya düşünsel bir güç temelinde değil, aynı zamanda,ahlak ilkesi temelinde yönetilme ve yönetildiğini bilme ihtiyacının sonunda siyasal formüller ortaya atılmıştır,der(The Ruling Class)
Otoritenin hatalarımızı meşrulaştırma gibi bir aldatma ve gücü olduğundan dolayı toplumumuzda kendi istekleri doğrultusunda kendilerini yönetir.
Okuldaki herhangi bir sınıfta okuduğumuzda ,sınıftaki çoğunluğunun bir kişi etrafında döndüğünü görürürüz,günah işlemek isteyen çoğunluk kendine lider seçer .Öyle bir lider ki işlediği  günahlarını meşrulaştırabilsin. Bu yönteme başvurur.Ki yedikleri boklar sonucunda “Biz sadece emirleri yerine getirdik.Biz masumuz,biz bir şey bilmiyoruz,bir şeyden haberimiz yoktu. ” diyebilmek için.

İnsan kendi davranışlarını kontrol etmeyi bıraktığı andan itibaren itaat etme konumuna geçer. Kuran ın mucizelerinden biri bu yenik düşmeyi engellemek adına durmadan nefsimizle savaşmayı ve her an Allah’ın gözlediğini düşünüp tetikte olmamızı emreder.Bu bizi toplumda lider konuma getirir.
Otoriteyi anlamak için mutlaka şu videoyu izleyiniz  ve paylaştığım yazıyı mutlaka okuyunuz.

Devamı gelecektir.



*Dünyayı yöneten aileler ve insanların giz içinde olmasının sebebi yok edilme korkularındandır.Dünyayı fakirlik ve zorbalık kılıflarına soktuklarından ötürü bunun suçlusunu arayan ve bu heriflerden nefret eden büyük bir çoğunluk vardır.Eğer ifşa olunursa bu grupları ortadan kaldırıp zorba sistemden kurtulunabileceğimiz için kendilerini saklamaktadırlar.Medyaya sunulan birkaç aile vardır fakat bu iş bukadar basit değildir.
Günümüzde zalimler tarafından baskı giderek artırılmaktadır.Gün geçtikçe güç hırsıyla yaşayan insanlar alt tabaka insanlara özgürlüklerini,paralarını ve yaşamlarını teslim etmeleri için daha çok baskı yapmaktadır.Bazen bu zalimlerin baskıları bizi sıkmaktadır.Bazen çevrenin baskısı bizi ölümü istetir.Büyük insanlar da ölümü dilemişlerdir yaşlandıkça…Hz Ömer ,Hz Ali, tarihe geçen bu büyük insanlar çevre baskılarından ötürü bu duyguyu hissetmişlerdir…Çevrenin zorlayıcı baskısına karşı bizim statükomuzu korumaya çalışan bedenimiz(köleliğe karşı gelmemiz.)bizi bazen ölüm isteği doğurur.
Çocukluğumuzu özleriz masum taraflarımızı.Mutlu olduğumuz zamanları özleriz çünkü ozamanlar ailemizin altında bize baskı yoktu ve sorumluluklarımız yoktu.İlerlemeyi istemiyoruz çünkü hayat gösterdi ki ilerleme bize acı ve sorumluluktan başka bir şey yüklemedi.Bu yüzden hep geri dönmek istedik.Belki memleketimize belki ailemize belki geçmişe…Belkide bu hisleri sadece manevi olarak hissetmiyoruzdur.Belkide ölüm,topraktan gelen vücudumuzun bir eskiye dönüş yoludur. Belki de atomlarımızın, kendi benliğimizi öldürerek toprağa dönüşme isteği,yeni şartlar altında yeni bir canlı oluşturma isteğidir.Şartlar gereği yaşayamayıp aynı genlerde sporlar bırakan bitkiler gibi.Belkide sadece can sıkıntısıdır.

Öncelik Hayatı Etkiler

 Yapay zeka gün geçtikçe hızla ilerliyor.

Bizde Yapay bir beyin ürettiğimizi hayal edelim.Bu üreteceğimiz yapay beyini de bir robotun içine koyacak olalım.

Öğrenebilme kabiliyeti olan bu yapay beynimize - ki bu henüz hiçbir şey öğrenmemiş-hiçbir sinaps bağlantısı kurmamış robotumuzun yazılımının ve önceliklerinin saklandığı bir çatı olsun.
Robotun çatısında robotun önceliğini asal sayıların sırrını bulma olarak belirlesek ve doğaya salsak,robot yaşamı boyunca zihnini asal sayıların bulunmasına adayacaktır.Amacını böyle belirlediğimizden dolayı bu normal karşılanacaktır.Fakat bir sorun var ki öncelikleri arasında hayatta kalmayı belirtmezsek -ki belirtmedik-  robot hayatta kalma güdüsü gütmeyecektir, yaşamak bu robot için önemli bir şey değildir.Aslanlarla da karşılaşsa uçurumdan da düşse hayatta kalmaya çalışmak gibi bir amacı olamayacaktır.Çünkü bu robot yeni öğreneceği her şeyi ,gelecekte kendine öğrettiği ve öğreteceği her şey bu ilk belirlenen önceliğe,öncelikler listesine göre olacaktır.Bizim de yeni öğrendiğimiz şeyler ve çizdiğimiz yollar biraz genlerimize ve dürtülerimize bakıyor.Biz sadece tek bir öncelik belirlediğimizden dolayı askerler gibi yaşayacaktır bu robotumuz.


Bu verdiğim örnek, önceliğin insan hayatındaki etkisini biraz da olsa anlatabilmek için.
Bizim çatımızı oluşturan genler de biyolojik bir önceliğin sonucudur: Hayatta kalmak.
Barınma,beslenme ,giyinme,cinsellik,aşk,gelecek kaygısı gibi unsurları biyolojik varoluşumuz öncelik verir ve güdülerle bize dayatır.Biz bunu sorgulamayız!
Otoriteler ,bize ekmek kapısı sağladığından dolayı biyolojik varoluşumuz boyun eğer ve teslim oluruz.Otoriterin iyi veya kötü olduğunu sorgulamaz,doğru olduklarına inanırız.
Toplumların büyük bir çoğunluğu biyolojik önceliklere önem verdiğinden dolayı toplumların geneli kötü ve yıkık haldedir.
Liderleri toplumlardan ayıran biyolojik önceliklerini,nefislerini yenip aklı kullanabilmeleridir.
Bilim de bile ilk matematiği ve fiziği öğreniriz.
Amaçlarımızı önceliklerimize göre belirleriz.
Önceliklerimiz yazılımlardaki datalar gibidir.
Doğru ve yanlışı önceliklerimize göre belirleriz.Eğer önceliğimiz hayattan zevk almaksa ,eğlenceli olan ve bize zevk veren şeyler bize hoş ve güzel görünecektir.Bunu da biz vicdanımızı susturmak adına doğru olarak kabul edeceğiz.

Öncelik ilktir!Diğer her şey sonradandır.

Hayatta gittiğimiz yol,seçtiğimiz seçenekler , aldığımız kararlar ve amaçlarımızın hepsi önceliklere göre belirlenir.

Öncelikler  her hangi bir konunun temelini oluşturduğu gibi,hayatın temelini de oluşturur.

Biz iyiliği ve kötülüğü şuana kadar vicdanımıza sorarak belirledik.

Dedik ki vicdanımıza doğru gelen şey iyidir,yanlış gelen şey kötüdür.

Kötü olan bir şeyi iyi olduğunu söyleyen insana fıtratı bozulmuş veya vicdanı bozulmuş dedik.
Derin düşününce iyilik ve kötülüğün de önceliklerle açıklaması vardır.
İyilik dediğimiz olay,başka bir varlığın önceliğini veya öncelik listesinden bir maddeyi karşılamaktır.
Bir insanın karnını doyurduğumuz zaman iyilik yaptığımızı söylüyoruz.
Yaşamaya devam etmek  bizim genlerimize işlenmiş ilk önceliğimiz olduğundan dolayı bir insanın yaşamaya ihtiyaç duyduğu açlığı gidermek iyilik olarak göründü.
O insanın o anki önceliği açlığını gidermekti.*
Buradan yola çıkarak vicdan dediğimiz olgunun hayatın belirlediği önceliklere göre oluştuğunu söyleyebiliriz.
Biz o önceliği giderdiğimiz için iyilik yapmış oluyoruz.**
Eğer nitrojen içmenin enerji kaynağı olduğu bir dünyada yaşıyor olsaydık nitrojen ihtiyacını karşılamak iyilik yapmak olurdu misal.Ve biz birine nitrojen verdiğimizden dolayı vicdan azabı çekmezdik.
Hayatın önceliğini de şu güzel eski türk öğretisi açıklıyor:
“Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz..
Nehirler kendi suyunu içemez..
Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez..
Güneş kendisi için ısıtmaz..
Ay kendisi için parlamaz..
Çiçekler kendileri için kokmaz.
Toprak kendisi için doğurmaz..
Rüzgar kendisi için esmez..
Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz..”
Doğanın anayasasında ilk madde şudur..
Herşey birbiri için yaşar..
Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur..
Gerçekten düşünüldüğünde hayatta var olan kanun budur.Başka biri için yaşamak,başkaları için yaşamak…Hayatın kanunu budur.
Buradan yola çıkarak;
Kötülük de hayattaki önceliğini kendi çıkarları yapmış ve bu amacı güden insanlar olarak belirliyoruz.
Başarılı insanla başarısız insanı,geleceği aydın olan insanla karanlık insanın arasındaki fark önceliklerdendir.
Amaçlarımızı dahi belirleyen öncelikleri ise,sadece insanlara özgü olan irade belirleyebilir.
Bizi diğer canlılardan ayıran özelliğimiz önceliklerimizi belirleyebiliyor olmamızdır.
Kaderimizi,irademizle belirlediğimiz önceliklerimizle çiziyoruz.

*
İnsanlara,doğaya iyilik yaptığımızda mutlu olmamızın sebebi genlerimize yerleştirilmiş olan türümüzün yaşamının devamını gerçekleştirebilecek sistemi koruduğumuzdan ötürüdür.
Bazı insanların iktidar veya güç için çevresine zarar ve kötülük yaparak mutlu olmasının sebebi
kendi benliğini yaşatabilmeyi başardığını zannetmesindendir. Doğaya karşı daha da güçlü hale gelip yenilmemeye  çalışmalarından ötürüdür.Fakat doğa bir süre sonra onu durduracaktır.

**
İyiliğin yanında önceliğimiz Allah’tır deyip toplumu kandıran kesimde var.
Peygamberin ve Allah’ın öncelikleri bencil nefsimizin önceliklerinden önce gelir,bu doğrudur.
Nefsinin cimriliğinden sakınan kurtuluşa ermiştir ayeti de var.
Fakat hırsızlık yapan,insanların bilgisizliğini kullanan lider geçinen kısımlar.Halktan önceliklerinizden vazgeçin,bize yardım ve yatırım yapın ,biz Allah’ın sevgili kullarıyız,onu temsil ediyoruz,onun hükümlerini gerçekleştiriyoruz adı altında kendi nefsi önceliklerini dayatmaktadırlar.
Yüzyıllardan beri din ile kandırılan toplumlar bu önceliklerinin kötü emeller elinde kullanılarak köleleştirildi ve fakirleştirildi,günümüz Türkiyesinde ve İslam dünyasında olduğu gibi.
Bu olayı gören Avrupa-dinin büyük çoğunluğunun dinle alakası olmayan kötü emelliler tarafından kontrol edildiğini-toplumca önceliklerini değiştirerek din yerine bilimi öncelik haline getirmiş ve 500 yılı aşkın güçlü devletler kurmuşlardır.Bu olaylar gerçekleştirilmesi gerekilen gerek şahsi gerek toplumsal devrimlerde önceliğin önemini,gücünü gösteriyor.Bizlerin de kendimizi değiştirebilmemiz için,yeni güzel ve güçlü bir hayata başlayabilmemiz için her birimiz bir fert olarak önceliklerimizi doğru belirlemeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...