Yaptığımız eylemleri farklı biçimlerde yapmamız elbette mümkündür. Ama aktif ve pasif eylem olarak anlatmak istediğim eylemin yapılışındaki niteliklerin küçük bir parçası. Eyleme olan bakış açından ziyade eyleme yaklaşma açın ki bu yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda eylemin biçimine göre gerçek bir yansıması da olabilir. Örneklendirmeden bunu anlatmak biraz zor olacağından hemen geçeyim.
Genelde aktif ve pasif denilince akla televizyon ya da internetten video seyretmek, internet sitelerinde gezinmek, bir şeyler dinlemek ve kitap okumak tarzındaki eylemler pasif olarak sıfatlandırılırken; konuşmak, yazı yazmak, kritize etme veya eleştirmek sırasında sıkça yapılan düşünmenin üretken, canlı, karşısına henüz ne çıkacağını bilmeden cesurca denize açılmak gibi bir benzetme yapabileceğimiz düşünmenin aktif kısmı ve benzeri fiiller ise aktif olarak sınıflandırılır.
Ama benim nazarımdan bu kavramlara bakmak isterseniz, ben bunları aktiflik yahut pasiflikten ziyade etken ve edilgenlik olarak ayırmak isterim. Elbette verdiğim bu örneklerin de hepsinin kendi arasında özel ayrımları vardır hatta iyice üzerine düşünsek belki daha farklı sınıflandırabiliriz ama, asıl anlatmak istediğim şu: aktiflik durumu benim bakış açımda, eylem esnasında başkalarını ya da bulunduğumuz (yalnız olsak dahi) ortamı yani varlık kainatını etkiliyor, onlara bilgi veriyor, etki uyandırıyor, duygularını harekete geçiriyor, ya da fiziksel bir hareket veya yönelişin başlangıcını tetikliyorsak bu etken bir fiildir.
Öte yandan edilgen bir fiilde, bilgi edinmek, etkilenmek, ortamdan herhangi bir şey almak, fiziksel olarak hatta düşünsel ve duygusal bir eyleme tepki üretiyorsak bu edilgen bir eylemdir. Son kısımdaki "üretmek" fiili doğru biçimde ayırabilme konusunda kafaları karıştırabilir. Zira, üretmek başlı başına etken gibi ilk bakışta zihinde canlansa da, aslında çevrede var olan ve alınan "etki"ler sebebiyle oluşmuş bir eylem olduğundan yani bir sonuç olduğundan, onun için etken sıfatını kullanmak doğru olmaz. Çünkü bu doğal silsile sonucu oluşmuş bir reaksiyon, bir tepki idi. Ve tepkiler neredeyse her zaman etkiye göre şekillenir, kendisini etkiye göre konumlandırır. Bu fizik yasalarında da böyledir, diğer doğa ve beşeri kanunlarda da. Eğer bir cisme sağa doğru kuvvet uygulanırsa o cisim sola doğru tepki kuvveti uygular. Esas nokta tam olarak da şu ki, tepki yani etkilenen cisim hangi yönde ne kadar tepki kuvveti vereceğini kendisi belirlemiyor aksine, bunu belirleyen etki, yani etken olan kuvvet. Bu yüzden de etken, çünkü edilgenin tepkisini dahi belirleyebiliyor.
Etken ve edilgenin bir bakış açısına göre tanımını yaptığımıza göre, o halde aktiflik ve pasiflik nedir, etken hatta edilgen eylemler de aktif veya pasif olabilir mi?
Bu soruyu sormamın sebebi, ciddi bir konunun sebeplerinden biri olabileceği düşüncesi. Üzülerek itiraf etmek gerekiyor ki, günümüzde müslümanlar üzerinde çok büyük bir rehavet hatta büyük ölçüde atalet çökmüş durumda. Kimse yapmakta olduğu işi canı gönülden isteyerek yapmıyor. Her şey zorlama sanki. İrade kullanarak bir şeyler yapmaya çabalayanların da ciddi bir kısmında heyecan, aksiyon, hareket, aşk, o işi devam ettirme ve bitirme şevki yok. Bunu şikayet edinmek için söylemiyorum, aksine düzeltmek için zihinlere sormak, çare aramak için çabam. Belki bütün bu durum yalnızca günümüze ait değil, tüm zamanlara ve hatta sadece müslümanlara da değil, tüm insanlığa aittir. Fakat eski insanların eylemlerini hernekadar gözlemleme şansımız pek az olsa da, sonuçlara bakarak bir yorum getirmek mümkün. Yine aynı şekilde, günümüz gayrimüslim dünyasında da sonuçlar devasa uçurumları gösteriyor maalesef. Durumun aslında tam tersi olması gerektiği de bize ders vermesi gerekli olan bir ironi. Bu konuda muhtemelen pek çok kişi aşağı yukarı hemfikir olacaktır kanımca, o yüzden uzatmadan geçip, bu bir problemse; nasıl bir çözüm aranabilir sormak istiyorum.

Belki inşaAllah çözüm getirebilecek önerilerden bir tanesi de işte aktif ve pasif eylemin farkına vararak hayatımızı aktife çevirmek. Bir yerden diğer noktaya yürüyorsunuz -işler de böyledir, bir durumdan diğerine geçmek istersiniz- isterseniz ulaşmak istediğiniz yere daha hızlı varmak adına hızınızı arttırabilirsiniz. Fakat halen yürüyorsunuz, dolayısıyla eylemin özelliklerini kısmen değiştirseniz de türü ve biçimi aynı. Muhtemelen farkedeceksiniz ki sizi çok yormayacak. Tıpkı günlük yapmakta olduğumuz özellikle zihinsel işler buna benzer, genelde aynı yoldan, aynı biçimde yaparız. Beyin bunu yaparken ek bir çaba sarfetmek çünkü artık alışmış ve otomatikleştirmiştir. Siz daha iyi yapmak istediğinizde ya da hızlandırmaya çalıştığınızda, daha önce yaptıklarınızı biraz daha dikkatli, hızlı ama aynı biçimde yaparsınız. Zihinsel olarak bir efor, aktiflik yoktur, çünkü yaptığınız şeyin kendisinde bir değişiklik yok, akışında devam ediyor. Fakat pasif olan yürümeden aktif olan koşmaya geçince (benzetme bu) hızlı yürüyüşünüze göre aldığınız sonuçtaki değişme çok fazla olmazken, harcadığınız çaba, efor bunun çok daha fazlası oluyor. İşte bu aktiflik durumu. Kabul edilebilir ki, bu insanı fazlaca yorar ve yürümeyle gideceği zamanda dinlenmesine neden olur. Bu doğrudur, fakat zamanla aktiflik durumunda düzenli olarak iş yapılması egzersiz görevi görecek ve zamanla kişiyi beyin tembelliğinden inşaAllah kurtarıp atacaktır. Kasların geliştirilmesi gibi, eğer yapılan iş hangi alanda yeterlilik ve yetenek istiyorsa (biz en çok zihinsel alana odaklandık) zaman içerisinde yorulmaya karşı dayanıklı hale gelecek, öncesinde alınan sonuçların çok daha fazlasına ulaşmamıza vesile olacaktır diye umut ediyoruz.
Aktiflik tek yönden yaklaşılabilecek bir özelllik değildir. Örneğin hem hızlı okumak hemde okuduğunuzu iyi anlayarak zihninizde yorumlar eklemek istersinizz, ya da yazı yazarken amacınız yalnızca hız bakımından üst seviyeye ulaşmak değildir, aynı anda yazının akıcılığını sağlamaya çalışırken diğer yandan da yoğunluk ve özde doruğa ulaşmaya çabalarsınız. Ama bu çaba yalnızca mevcut kapasitenizi zorlamakla açıklanmamalı. Çünkü kapasiteyi zorlamak da bizim için tıpkı aktiflik gibi sonuçlarda daha iyiye yönlendirebilir. Ancak burada işi oluşturan her bir hareketin arasında duraklamamak, bir sonraki adım için kolaya kaçmamak, zihinleri kolay yönlendirerek tembelliğe alıştırmamak, zor kişinin yapmaktan çekindiği, korktuğu ve bir türlü yanaşamadığı işlere cesaretle yaklaşmak vardır. Ayrıca kapasiteyi zorlamak, çok daha fazla çaba isteyen ve ulaşılması güç ve ancak özel koşulların izin verdiğinde bu şansa sahip olabileceğimiz bir olgudur. Fakat aktiflik için bazı sayıları ya da bazı iş niteliklerini yükseltmek , zorlamaktan ziyade; belirli bir çaba barajının üstüne çıkan ve tarz değişikliğinin olduğu bir eylem biçimi. Tıpkı yürümekten koşmaya geçtiğimizde olduğu gibi. Bununla beraber aktiflik sağlanması için de gerekli bazı ortam şartları ve durumsal şartlar vardır fakat bunlar kısmen düşük ve gevşek gereksinimlerdir.Yine kapasiteyi zorlamak, eğer iradeyi bazı araştırmacıların tanımladığı gibi tükenen sınırlı bir güç olarak kabul edersek, yapılan iş miktarı harcanan efor, çaba ve iradeyi (belki emek de denilebilir) karşılamadığından neticeyi baz alınırsa çok daha verimsiz olacağı görülür. Zira, bir işi -örneğin- yapma hızını arttırma oranıyla onun için harcanan emekteki artış oranını karşılaştırdığımız bir grafikte doğrusaldan ziyade, emeğin çok daha hızlıca arttığı bir eğri görürdük. Bir öğrenci misal, notlarını 80'den 90'a çıkarırken 10 puan arttırıyorken muhtemelen günlük alışma saatini 2'den 3'e çıkararak 1 saat arttırıyordur ancak, yine aynı öğrenci notunu 90'dan 95 dolaylarına çıkarmak için herhalde artık çalışma saatini 1 saat arttırması yetmeyecek, 3'ten 4'e değil; 3'ten 5' e gibi 2 saatlik bir arttırma yapmak zorunda kalacaktır. Kısaca, ortalama düzeylerdeki performans artışı için az çalışma eklenmesi yeterli iken, üst düzeylerdeki aynı hatta daha az miktarlardaki performans artışı için çok daha fazla çalışma gerekebilir. 10 puan için bir saate karşın, 5 puana 2 saatlik artış gibi. Hülasa, bu gereksiz çaba harcama kişinin gelecekte yapacağı diğer işler için kullanacağı iradeyi verimsiz şekilde boşa harcamasın diye bahsettiğimiz kapasiteyi zorlamak çok uygun olmayabilir. Zaten bu tarz bir metod uygulayan kişi çevrenide varsa, bunu yaptıktan bir gün ya da bir hafta sonra onu yatıyor olarak görmeniz olasıdır. Bunun yerine aktiflik daha stabil ve güvenlidir sanki.
Edilgen fiillerde de aktiflik geliştirilebilir mi? Edilgenlikte işi yapma tarzımız her ne kadar etken tarafından belirleniyor ve sınırlandırılıyor olsa da, bunda da kısmen mümkündür. Okumada örneğin, fiilin tarzı, yolu yazan tarafından belirlenmiş. Hatta içeriğinin ve dilinin ağırlığına göre okuma hızını bile sınırlıyor. Ancak aktiflik, zihne yönelik olduğu ve onun çalışma yöntemi üzerine olduğundan eylem türünden tam olmsa da bağımsızdır. Okumuş olduğunuz yazıları daha hızlı okumak ve normal akışınızı bozmak, zihninizin normal anlamanın dışında üzerine bir şeyler ekleyebildiğiniz, tek okumada birden fazla yönüyle birlikte ele aldığınız bir okuma, aktif olandır.
Karşılaşmakta olduğumuz büyük tehlikelerden ve belki de şu andaki vaziyetin müsebbiblerinden birisi de, bugün etrafımızda karşılaştığımız birçok nesne, faaliyetin veya olayların bizi edilgen ve pasif olmaya doğru itmesi. Edilgenlik kavramının elbette farklı olduğunun altını çizdik fakat, edilgen eylemlerin çoğunda kendimizin bir şey yapmak zorunda olmadığını hissettiğimizden dolayı belki de, tamamen pasif hale geçiyoruz. Eylemi yapan biz olmadığımız için, geminin dümeninde biz olmadığımız için onun nasıl gittiği çok da fazla ilgilendirmiyor biz, rahatlıyor ve işi oluruna bırakıyoruz. Bu da sürekli aynı şekilde bazı şeyleri yaptığımız için, ortaya koyduğumuz ürün ya da eserlerde bizi tekrara itiyor, daha da önemlisi bizim zihinsel üretkelnliğimizi, özün ve orjinal düşünebilme yetimizi ve hayal gücü yeteneğimizi elimizden alıyor. Örneklendirecek olursak; çizgi filmler ve dijital oyunlar çocukların hayal güçlerini çalarken ya da hazıra alıştırığ tembelleştirirken, kitapların pek çoğu hazır bilgi sunuyor ve bilgi üretiminin kaynağı olan zihinlerimiz bilginin doğruluğunu eleştiremez hale gelirken, önemini oluşturmayı ve meşakkatini unutuyor bunun gibi örnekler muhakkak devam ettirilebilir. Üşengeçliği yenmenin yollarından biri de inanıyorum ki buradan geçiyor.
Eylemlerin aktifleştirilmesinin getirdiklerinden bazıları da şunlar olsa gerek ki, yapan kişiye de hareket, heyecan, işten aldığı haz ve tatminde de artışı desteklemesidir. Bunun temelde nasıl işlediğini biraz araştırabiliriz. Öncelikle insanın fiillerinde nasıl bir mekanizma çalışıyor ve bunu hangi bileşenler ve unsurlar oluştuyor, bu incelenmeli. Neden şu birey bu şekilde davrandı da, öteki biçimde hareket etmedi? Bunlar zannedersem bu mekanizmanın çözümlenmesi ile açığa kavuşacak sorulardır, çünkü bu mekanizmanın birer sonuçlarıdır.

Yaptığım gözlemlerce üç temel bileşen olduğunu saptayabildim ki bunların değişimi veya bunlara yenilerinin eklenmesi de mümkündür. Bunlar, "İrade, Duygular, Düşünceler". Buradan sonra karşımıza konuya dair pek çok soru, alan ve konu çıkıyor tabî ele alınması, incelenmesi gereken ama muhtemelen çok az bir kısmıyla yetinmek zorunda kalacağız. Sürekli kontrol ederek ve kendime olan itirazlarımla ilerlemek isterdim fakat herhalde mümkün olmayacak. Davranışlarımız, tepkilerimiz (psikolojik ya da sosyal gibi) veya hareketlerimiz bilinçli veya bilinçsiz, isteyerek veya istemeyerek, severek veya sevmeyerek bir karar sonucu oluşur. Bundan refleks gibi biyolojik olaylardan ziyade hayatımızı şekillendiren veya günlük yaşamımızı meydana getiren kararlar ve sonuçlarını kastediyorum. İşte bunlar bu üç bileşenle oluşurlar. İrade konusundaki tartışmalar bu ilişkilerin nasıl olabileceğinde ağırlık kazanır. Söz gelimi, insan iradesinin serbestlik derecesi nedir, irade duyguların esiri olabilir mi, yahut o irade çevre etkisinde dışarıdan maruz kaldığı verilerin bir sonucu mudur? Çevrenin etkisinin bahsettiğimiz üç bileşendeki yeri şudur: düşünce bileşenini etkileyen veonuniçinde bulunduğu unsurlardan birisi. Düşüncenin etkileşimde olduğu diğer unsur veya bileşenler elbette vardır fakat bir makro boyuttaki insan kararı üzerinde durduğumuzdan bunları es geçiyoruz. Biraz sağduyulu yaklaşırsak düşüncelerimizin çevrenin etkisinde olduğunu fakat onun tam bir kontrolü altında da olmadığını anlarız.
Bu üç unsur da kendi başlarına çok geneller, ve geneli kapsamaktadırlar. Örneğin düşünce kavramı, akıl yürütme, duyu organlarından gelen verileri dikkate alma, sonradan öğrendikleriyle ve tecrübeleriyle hareket etme hatta belki de doğuştan gelen bazı düşünme kalıplarını kullanma gibi daha sayabileceğimiz pek çok bileşeni içinde barındırmaktadır. Tıpkı buna benzer, duygu derken de kasıt, hisler, dürtüler, ruh hali ve duygular gibi kavramların birleşiminden oluşmaktadır. Birbirine karşıt düşünebildiğimiz haz ve vicdan bile buraya dahil edilebilir.
 |
| Vicdan da kanımca bir duygu olarak kabul edilir. Ancak diğer duyguların tamamından ayıran bir istisnası vardır ki, izlenildiğinde doğru yola götürdüğü inanılan ve Tanrı'nın insanın içine koymuş olduğu bir dürtüdür. |
Genel bir açıklama ile başlarsak, irade sonucu biz ne düşüneceğimizi Allah'ın izniyle kendimiz belirleriz ancak bizim ne belirleyeceğimizi de yani irademizi de duygu ve düşünceler etkiler, hatta kişinin durumuna göre kimi durumda az kimi durumda ise çok etkiler. Farklı şekillerde sonucun nasıl çıktığını canlandırabiliriz. Son kararın ortaya çıkması üç bileşene birden bağlıysa örneğin, baskın olma durumlarına göre ortaya sonuç çıkar. Eğer irade son karar vericiyse, bu sefer biraz daha farklı bir temsil uygulayarak, birini çekiştiren iki adama benzeteceğiz ve çekiştirdikleri bu üçüncüsü, yani irade de, hem kendisini hem de diğer ikisini aynıa anda çekiştirmeye çalışıyor olacak. Bu etkileniş de iki farklı türde: doğrudan ve dolaylı şekilde olabilir. Yani duygu düşünceyi etkileyerek iradeyi değiştirebileceği gibi doğrudan irade üzerinde etkisi oluşabilir. Birkaç örnekle izah etmeye çalışalım: Bir çocuk, çikolata gördüğünde -sevdiğini kabul edelim- daha öneden yediği için duyguları harekete geçiyor canı yemek istiyor(bu da bir duygu olmalıdır) ancak ailesinin durumlarının iyi olmadığını biliyor, ki bu da sahip olduğu düşüncesi. Her karşılaştığındaaynı tepkiyi vermeyebilir ama nihayetinde bu üç bileşen arasında bir mücadele gerçeklelşiyor. Bu çocuk, daha fazla canı çekmesin diye, aklına ailesinin durumunu daha çarpıcı biçimde getirebilir ya da zihninde çikolatayı kötü veya zararlı bir şey olarak temsil etmeye çalışabilir. Bu şekilde iki etkileşim gerçekleşti. İlki, düşüncesini doğrudan etkiledi, hayatın gerçeklerini iradesiyle kendisine hatırlattı. İkincisi, tadını kötü canlandırmaya çalışarak bilinçli bir yanlış eşleştirme yaptı ve duygularına etki ederek tiksinmeye çalıştı. Yine düşüncelerinden geçti bu yol ama, bu sefer ama. duygular üzerindeydi. Ve elbette sonrasında bunun yansıması düşüncelere geri döndü: acı bir şeyi yemek istemem. Duygudan geri döndü bu yansıma. Yine çocuğun bu iki düşüncesinde şunlar da vardı: bunu daha fazla canı çekmesin diyerek yapıyor, ki bu da iradesinin bütün bunları başlatırken yine duygudan etkilendiğini, hatta eğer bu şekilde yapmazsa bu acı çekmenin devam edeceğini anladığından düşünceden de etkilerndiğini gösteriyor. Yine ailesinin durumu onu iradesini böyle davranmaya önce düşünceden geçerek iteceğinden, düşüncenin izlerini yine görmek mümkün. Daha sonra çocuğun dış ortamdan duyu organlarıyla aldığı bu veriler onun duygularını daha da harekete geçiriyor ve daha önceden tadını alması, ve benzer tad beklentisi olması, buduygunun tatmini için satın alınması gerektiği, hatta kendisini buna ikna edebilmek için farklı bir tez üreterek, çocuk olduğunu kendine hatırlatması ve bunun doğal bir şey ve hatta bir hak olduğunu düşünmesi, duygunun düşünce ile etkileşiminin ve düşünce üzerinden irade ile olan etkileşiminin bir sonucudur. Çocuk örneğinden farklı örnekler üzerinden de değişik çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Burada dikkat çekilebilecek diğer bir önemli nokta dış nesne, olay veya kişilerin zihinlerdeki karşılığının yani temsillerinin nasıl olduğudur. Bu da düşüncenin duyguyu ve onun üzerinden iradeyi nasıl etkilediğinin bir yoludur. Çünkü ben bir kişiden bahsettiğimde eğer zihninizde iyi bir görüntü canlanmıyorsa bu duygularınıza yansıyacak ve muhtemelen sizin bu kişiyle yapacağınız aktivitelerden de alacağınız zevk azalacak. Bu zihin temsili ise muhtemelen iki ana etken bağlıdır: düşünme tarzı ve gözlemler, tecrübeler. Bunlar ise düşüncenin kendi içindeki bileşenleridir. Somut bir örnek olarak, sonradan müslüman olmuş ve müslümanlığı benimsemiş kişinin içkiye olan isteyi(duyguları), yaklaşımı ve beslediği düşünceler ve kararı(iradesi) eskisine göre muhtemelen taban tabana zıt olacaktır. Bunun da genel itibariyle düşüncelerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, bağlamak gerekirse düşüncelerimizi kontrol etmeliyiz, zira düşüneler; duygularımızı ve nihayetinde doğrudan veya dolaylı kararlarımızı etkiler. Bakış açılarımızı da belirlememiz gerekli. Çünkü insan iradesi duygulardan kolay etkilenebiliyor ama onu kolayca etkileyemiyor. Bunun yolu ise düşünceler yoluyla bunu yapmak olabilir. Ve aktiflik hali bizi düşüncelerde ve duygularda çoşkunluğa doğru yönelteceğinden, bizim de o aktiviteleri kolaylıkla yapabilmemize imkan tanıyacaktır. Çünkü beynin çalışması, araştırmacıların da bahsettiği gibi, sıradanlıkları, normallikleri, monoton bir hayatı değil; değişiklikleri tuhaf ve enterasanlıkları, komiklikleri ve en önemlisi fantazi yapmayı seviyor. Eğer kalıplardan kurtulup üst düzey, farklı ve özgün düşünemezsek, çok farklı -işin içine hayal gücünün de karıştığı- fikir yürütmeleri yapmazsak muhtemelen halen onları sevmiyor olacağız. Aktiflik durumunun ise bize burada yardımı dokunuyor. Yine düşünce gibi, duygu tarafına bakarsak da, zihinde haz ile temsil edilen o eylem istenecektir. Artık muhtemelen yapmaktan sevk alıyor olacaksınız. Sevilmeyen bir iş, herkesin bildiği gibi, hayır gelmeyen bir iştir. Çok sevilen ve istenen bir şeyi yapmadaki performansın ve onuçların olağanüstü değişimini herkes kabul eder. Hatta bunun oluşması için çeşitli yöntemler bile aranır. Bilim adamı, dahi ve sanatçıların hayatlarına baktığımızda gördüğümüz ortak birkaç şey vardır; yaptığı işi delicesine sevme ve kendini onu yapmaktan alı koyamama, ona karşı aşırı heyecan, tuhaflıklar, aşırılıklar, dengesizlikler, anormallikler; dolayısıyla da çok çalışma, aktiflik ve aksiyon.
Saygılarımla,
Esasolay.blogpsot.com